Üniversite yıllarımda ve asistanlığımda ailem çok uzakta olduğu için yılda birkaç defa eve gidebiliyordum .Tatilden geri dönüş çok büyük bir ızdıraptı.Şimdi aileme daha yakınım, icapçı olmadığım haftasonları ''gerçek evime'' daha sık gidiyorum ama dönüşler hala sancılı...Her dönüşümde yuvadan yeni ayrılan bir çocuk gibi korumasız ve çaresiz ,sonrasında buradaki hayatıma döndüğümde ise omuzlarına yüklenmiş sorumluluklarla boğuşan yaşından büyük bir dert babası gibi hissediyorum kendimi.Bugün de benzer şeyleri yaşadım.Bir ortasını bulamadım ,çoluk çocuğa karışınca da böyle oluyor mu acaba diye merak da ediyorum açıkcası...
Geçen hafta inanılmaz bir soğuk vardı ,üç gün durmadan yağan karın ardından don ve ayaz başladı.Buradaki insanların iç don giymelerine şimdi hak verdim gerçekten .Kimisi iç don der, kimisi içlik der,kimisi de iç pijama der.Küçükken annem de bana giydirirdi ama aklım ermeye başlayınca çirkin olduğunu düşünerek vazgeçmiştim iç don giymekten.Hatta Umut Sarıkaya'nın çok güzel bir yazısı da vardır iç donla ilgili okuyup gülmüşlüğüm çoktur.Geçen hafta iç don giymeden dışarı çıkmak mümkün değildi, hele bir de o soğukta gece icapa gidince iç donun nekadar kıymetli ve işe yarayan birşey olduğunu anladım.Allahtan yanımda getirmiştim bir tane lazım olur diye ısıttı beni gerçekten.
Malum anestezi uzmanı yok hastanede ,Gölbaşı ilçesinden geçici görevle çarşamba ve perşembe günleri iki günlüğüne anestezi uzmanı gelmeye başladı.Benim de salı olan ameliyat günüm mecburen perşembe oldu.Doktor icapa kalmıyor gündüz gelip tekrar Gölbaşı'na dönüyor o yüzden pek ameliyat almak istemiyordum ama iki tane histerektomi + salpingooferektomi (rahim ve yumurtalıkların alınması) yapmak zorunda kaldım. Hastalarımdan birinin aşırı kanaması vardı ,retinitis pigmentosa (tavuk karası) denen hastalıktan dolayı gözleri görmüyordu ve başka yere gidemem burada olmak istiyorum deyince yapmak zorunda kaldım.Diğerinin de büyükçe bir kisti vardı kötü huylu çıkabileceği düşüncesiyle fakülte hastanesine yönlendirdim ama ısrarla burada olmak isteyince onun da ameliyatını yaptım.Rahiminin alınması bir kadın için psikolojik olarak çok hoş bir durum değil ancak bazen başka çare kalmıyor...
Bu gece icapçı değilim dayandım radyatörün sıcaklığına ,açtım bir bira ,biraya eşlik edebilecek tek bir şey var elimde o da tarhana ...
Haberler de tatsız ,entrikalar skandallar,komplo teorileri sınır tanımıyor o halde bir osmanlı atasözüyle bitireyim ben de:
''Devlet-i Osmani ahalide, terfiyi temayüz olmaz ilim irfan ile,ya olacak kuvvetli iltimas,ya olacak madeni has,ya da olacak ten ile temas...''
22 Aralık 2013 Pazar
8 Aralık 2013 Pazar
yaz baharım döndü kışa
Bir kış gününde merhaba demiştim buradaki günlerime ,şimdi havada yine kar sesi var, bir merhaba daha diyeyim...
Üç ay olmuş birşeyler yazmayalı ,bir sınav sebebiyle kısa bir ara vermem gerekiyordu ancak sınav sonrası bahaneler bahaneleri kovalayınca süre de uzadı.Tüm gücümü kırsal obstetrik hekimliğe verdiğim için sınavda da zaten birşey yapamadım (Bu da sınavın bahanesi).
Üç ayda maalesef yine birçok tecrübe kazandım.Maalesef diyorum çünkü ;hani demişler ya ''tecrübe, insanın hayatta yediği kazıklardır'' diye. Bir bakıma doğru ,bu konuda epey tecrübelendim.
Mesleki anlamda da oldukça tecrübelendim .Sezeryan yaptığım bir hastamın ameliyat esnasında kalbi durdu.Tam sıra bebeği çıkarmaya gelmişken ,ameliyathanede bağırışmalar koşuşturmalar başladı,monitörde düz çizgiyi görünce benimde kalbim durur gibi oldu, ne yapacağımı şaşırdım, gözlerim doldu ,ağlayacak gibi oldum o esnada.Anestezi ekibi hemen resusitasyona başladı, ben de o halde ameliyata devam etmek zorundaydım ,kan ter içinde devam ettim ameliyata çıkardım bebeği ,o sırada kadın geri döndü,ama ömrümüzden ömür gitti...Şu an her ikisi de iyi ancak, o an, her bistüriyi elime aldığımda gözümün önüne geliyor unutmak mümkün değil...
Bir diğer atraksiyonu da birkaç gün önce yaşadım .Mekonyumlu (bebeğin anne karnında kakasını yapması )bir bebek doğdu ,doğduğunda ağlamadı ve solunumu gelmedi.Hastanede pediatri uzmanı olmadığı için bu sefer resusitasyonun başında ben vardım .Solunum desteği ,kalp masajı derken bebek kendine geldi ,ancak zorlu solunum yaptığı için pediatri uzmanı olan il hastanesine sevk etmek zorunda kaldık.Tüm kadın doğum uzmanları,çocuk uzmanları,yenidoğan hemşireleri ve ebeler NRP( Yenidoğan canlandırma eğitim programı) eğitimi almak zorundadır çalışmaya başlamadan önce. Bu eğitimde maketler üzerinde yenidoğan canlandırması nasıl yapılır öğretilir.Ben de vakti zamanında almıştım bu eğitimi .Bu eğitimde bebeğe solunum desteği verirken yani ambularken hangi sıklıkta hava vermen gerektiği ''sık ki üç,sık ki üç '' şeklinde anlatılır.Çok dalga geçer ve gülerdim ''sık ki üç'' e ama bebeği ambularken kabus oldu benim için :) sık ki üç....
Şu an anestezi uzmanı ve pediatri uzmanı olmayan bir hastanede çalışıyorum ,elim kolum bağlı anlayacağınız, ama gel de bunu millete anlat .Madem onlar yok sen ne diye duruyorsun orada diye soracak olursanız .''Başka çarem yok da ondan ''...
Kar atıştırmaya başladı ben de yapıştım radyatöre ,karlı bir yılbaşı gecesini anlatan ''beyoğlu'nun en güzel abisi''ne devam ediyorum...
31 Ağustos 2013 Cumartesi
ağustos
Ağustos ayında ,ağustos böceği gibi yan gelip yatmak isterdim ama neyleyeyim ki yapamadım.Bir karınca misali çırpınıp durdum.Çoğu zaman kırsal obstetrik hekimlik yaptım,bazı bazı da gökyüzü sinemasını seyre daldım.
Tüm bayramı icapçı olarak geçirdim .Böyle küçük yerlerde bayram yalnızlığı ,ıssızlığı daha bir belli ediyor kendini.Herkes çekip biryerlere gidince kızıl güneş altında,kızıl topraklarda kaldım bir başıma .Hasta da eksik olmadı zaten ,dördüncü doğumunu yapan bir kadını doğurtmaya çalışırken olanlar oldu.Kadının koyu mekonyumlu suları geliyordu(bebeğin anne karnında kakasını yapması) ve bebek kalp atımları kötüye gidiyordu.Ya bir kaç dakika içinde ameliyata almamız gerekiyordu ya da doğumu hızlandırmak için başka yöntemler kullanacaktık.Burada bir hastayı acil ameliyata almak 45 dakikayı buluyor ,herkes icapçı evden gelmeleri mesele.Mecburen diğer yönteme başvurduk bebeği kurtarmak için.Kristaller manevrasıyla doğurttuk zor bela ( karından destek olarak).Bayram hediyesi olarak kadının kaburgası kırıldı,benim de sağ dirseğim incindi,bebekte sıkıntı olmadı.Kadın iki gün önce kontrole geldi biraz ağrısı vardı ,ben de sağ kolumu kullanmakta hala zorlanıyorum.Kadına durumu izah ettim, yapacak başka birşey kalmadığından son çare olarak bu yönteme başvurduğumuzu anlattım ,o da teşekkür etti ve beş kilogramlık sarı kapaklı bidona doldurup getirdiği yoğurdu ayağımın dibine bırakarak gitti.Çok memnun kalmış olacak ki ertesi gün gebe olan eltisini bana muayeneye yönlendirmişti...
Bayram bittikten sonra kendimi yollara vurdum.Hafta içi mesai bitimi ,ağustos sıcağından bunalmış birkaç arkadaş birleşip sulak yerleri gezmeye gittik ,buraların vahası fırat boyu nefes aldık biraz .
Fırat ; sonsuzluğun simgesi ,ufukta gök mavisiyle su mavisinin birleştiği noktaya durmadan akıyor.
Ardından hafta sonu iki yakın arkadaşımın düğünü için Elbistan'a doğru yola koyuldum.Şüphesiz her yolculuğun ayrı bir duygusu vardır.Bazen ayrılık ve hüzün barındırır, bazen de mutluluk ve umut.Bende de herkeste olduğu gibi her yolculuğun ayrı bir müziği ,ezgisi vardır,okunacak ayrı cümleleri vardır,canlandırdığı farklı anıları vardır,depreştirdiği derin duyguları vardır.Bu yolculuk ayrı bir mutluluk oldu benim için hem icaplardan çok yorulmuştum hem de eğlenceli bir iş için seyahat ediyordum.Kulaklığımı taktım biraz Travis,biraz da Amy Winehouse dinledikten sonra baktım ki bu yolculuğun müziği bu değil.Bulutların görünmesini bile engelleyen Kapıdere -Nurhak dağlarında dinlenecek birşey varsa o da Mahsuni Şerif'tir diyerek açtım Mahsuni'yi keyfim yerine geldi.Düğün de gayet güzel geçti halaylardan sonra başka bir yolculuk daha hayal ederek döndüm tekrar Besni'ye....
Besni'de beni kötü bir haber bekliyordu.Devletim bana bir hizmet daha yapmıştı.Hastane acil servisinde çalışacak pratisyen hekim kalmadığı için acil serviste nöbet tutmam gerekiyordu.Zaten sürekli icapcıyım,branş nöbeti tutması gereken birisiyim bunun için eğitim aldım, acil vakamız eksik olmuyor ,kendi nöbetimi tutuyorum bu da neyin nesi.Acil serviste nöbet tutmak istesem uzman olmazdım .Yaptığın her iyi işi ,aldığın her eğitimi cezalandırmak bir gelenek oldu artık demokrasi savaşçısı,insan hakları savunucusu güzel ülkemde.... Pazartesi yine nöbetçiyim.
Kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm
Her insanın ayrı ayrı yaşayabilsem kaderinde
Diyarı gurbette kanlı bir aşk
Bahtsız bir çocukluk uzak köylerin birinde
En uzak beyazlar,
En yakın ikindilerde,duygulu
Ve bir sahil meyhanesinde bir akşam
İçip içip ağlasam..
T.U
Tüm bayramı icapçı olarak geçirdim .Böyle küçük yerlerde bayram yalnızlığı ,ıssızlığı daha bir belli ediyor kendini.Herkes çekip biryerlere gidince kızıl güneş altında,kızıl topraklarda kaldım bir başıma .Hasta da eksik olmadı zaten ,dördüncü doğumunu yapan bir kadını doğurtmaya çalışırken olanlar oldu.Kadının koyu mekonyumlu suları geliyordu(bebeğin anne karnında kakasını yapması) ve bebek kalp atımları kötüye gidiyordu.Ya bir kaç dakika içinde ameliyata almamız gerekiyordu ya da doğumu hızlandırmak için başka yöntemler kullanacaktık.Burada bir hastayı acil ameliyata almak 45 dakikayı buluyor ,herkes icapçı evden gelmeleri mesele.Mecburen diğer yönteme başvurduk bebeği kurtarmak için.Kristaller manevrasıyla doğurttuk zor bela ( karından destek olarak).Bayram hediyesi olarak kadının kaburgası kırıldı,benim de sağ dirseğim incindi,bebekte sıkıntı olmadı.Kadın iki gün önce kontrole geldi biraz ağrısı vardı ,ben de sağ kolumu kullanmakta hala zorlanıyorum.Kadına durumu izah ettim, yapacak başka birşey kalmadığından son çare olarak bu yönteme başvurduğumuzu anlattım ,o da teşekkür etti ve beş kilogramlık sarı kapaklı bidona doldurup getirdiği yoğurdu ayağımın dibine bırakarak gitti.Çok memnun kalmış olacak ki ertesi gün gebe olan eltisini bana muayeneye yönlendirmişti...
Bayram bittikten sonra kendimi yollara vurdum.Hafta içi mesai bitimi ,ağustos sıcağından bunalmış birkaç arkadaş birleşip sulak yerleri gezmeye gittik ,buraların vahası fırat boyu nefes aldık biraz .
Fırat ; sonsuzluğun simgesi ,ufukta gök mavisiyle su mavisinin birleştiği noktaya durmadan akıyor.
Ardından hafta sonu iki yakın arkadaşımın düğünü için Elbistan'a doğru yola koyuldum.Şüphesiz her yolculuğun ayrı bir duygusu vardır.Bazen ayrılık ve hüzün barındırır, bazen de mutluluk ve umut.Bende de herkeste olduğu gibi her yolculuğun ayrı bir müziği ,ezgisi vardır,okunacak ayrı cümleleri vardır,canlandırdığı farklı anıları vardır,depreştirdiği derin duyguları vardır.Bu yolculuk ayrı bir mutluluk oldu benim için hem icaplardan çok yorulmuştum hem de eğlenceli bir iş için seyahat ediyordum.Kulaklığımı taktım biraz Travis,biraz da Amy Winehouse dinledikten sonra baktım ki bu yolculuğun müziği bu değil.Bulutların görünmesini bile engelleyen Kapıdere -Nurhak dağlarında dinlenecek birşey varsa o da Mahsuni Şerif'tir diyerek açtım Mahsuni'yi keyfim yerine geldi.Düğün de gayet güzel geçti halaylardan sonra başka bir yolculuk daha hayal ederek döndüm tekrar Besni'ye....
Besni'de beni kötü bir haber bekliyordu.Devletim bana bir hizmet daha yapmıştı.Hastane acil servisinde çalışacak pratisyen hekim kalmadığı için acil serviste nöbet tutmam gerekiyordu.Zaten sürekli icapcıyım,branş nöbeti tutması gereken birisiyim bunun için eğitim aldım, acil vakamız eksik olmuyor ,kendi nöbetimi tutuyorum bu da neyin nesi.Acil serviste nöbet tutmak istesem uzman olmazdım .Yaptığın her iyi işi ,aldığın her eğitimi cezalandırmak bir gelenek oldu artık demokrasi savaşçısı,insan hakları savunucusu güzel ülkemde.... Pazartesi yine nöbetçiyim.
Kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm
Her insanın ayrı ayrı yaşayabilsem kaderinde
Diyarı gurbette kanlı bir aşk
Bahtsız bir çocukluk uzak köylerin birinde
En uzak beyazlar,
En yakın ikindilerde,duygulu
Ve bir sahil meyhanesinde bir akşam
İçip içip ağlasam..
T.U
30 Temmuz 2013 Salı
yangın var
Denize gitsem deniz kurur diye bir laf vardır .Denize gittim deniz kurumadı ama ...
Yaz ayları malum izin ,tatil ayları ,bolca ''tatilden'' adlı albumlerin paylaşıldığı,plajlı ,denizli ,bodrumlu ,rodoslu fotoğrafların ortalıkta kol gezdiği aylardayız .O fotoğraflardan bunaldıysanız bir de burdan yakınız.
Tatil bahanesiyle biz de diğer doktor arkadaşımla bir aylık icap nöbet listesini ikiye böldük onbeşer gün icap tutup birer hafta tatil planı yaptık.Onbeş günlük katıksız icap günlerinde hep sonunda yapacağım bir haftalık tatili düşündüm.İşin ilginç tarafı tatili düşünmeme rağmen herhangi bir tatil planı yapmadım .Nöbetin sonunu zor getirdim.Çok şey oldu ama bir başını bir de sonunu anlatacağım aralara istediğinizi serpiştirin.
Nöbeti devraldığım gün, gece 1 de telefonum çaldı ,17 yaşında bir kız genital bölgesine ağda yaparken cilt derisinde yırtık oluşmuş! Şimdiye kadar olan meslek hayatımda çok ilginç şeylere şahit oldum,ama gecenin bir vakti böylesine hiç denk gelmemiştim.Önce böyle uyduruk bir sebepten gece vakti hastaneye gittiğim için biraz içerledim ,genelde kanayan vakalara koşa koşa gittiğim için zoruma gitti biraz .Gittim ki ne göreyim çeken kişi yaradana sığınarak çekmiş ağdayı, labium minus ile majus arasında yaklaşık 7 cm lik derin bir yırtık..nasıl oldu diye sordum .''Ablam hızlıca çekince oldu'' dedi.Eski haline döndürmem yaklaşık 45 dakikamı aldı .Genel tıbbi tavsiyelere ek olarak bir daha ağda yaparken başkasına yaptırmamasını önerdim.
Son gün ise hafta sonu pazar günü, acilden aradılar sol alt kadranda şiddetli ağrısı olan bir kadını görmemi istediler.Muayenede sol tarafta yaklaşık 12-13 cm lik bir kitlesi vardı,ultrasonda da belirgin görünüyordu.Kist rüptürü(kist patlaması) ya da over torsiyonu (yumurtalığın kendi etrafında dönmesi) olabileceğini düşünerek yatırıp takip etmeyi planladım,ama bir yandan da ameliyat etmem gerekirse pazar günü nasıl yapacam diye de düşünmeye başladım .Nihayet kadının genel durumu yatırdıktan sonra daha da kötüleşince acilen ameliyata almak zorunda kaldım ,ameliyat ekibini evden toparlamak biraz zor oldu ama geldiler sonunda.
Sol over kaynaklı yaklaşık 12 cm lik torsiyone(kendi etrafında dönmüş) kitle çıktı karnından
Yaz ayları malum izin ,tatil ayları ,bolca ''tatilden'' adlı albumlerin paylaşıldığı,plajlı ,denizli ,bodrumlu ,rodoslu fotoğrafların ortalıkta kol gezdiği aylardayız .O fotoğraflardan bunaldıysanız bir de burdan yakınız.
Tatil bahanesiyle biz de diğer doktor arkadaşımla bir aylık icap nöbet listesini ikiye böldük onbeşer gün icap tutup birer hafta tatil planı yaptık.Onbeş günlük katıksız icap günlerinde hep sonunda yapacağım bir haftalık tatili düşündüm.İşin ilginç tarafı tatili düşünmeme rağmen herhangi bir tatil planı yapmadım .Nöbetin sonunu zor getirdim.Çok şey oldu ama bir başını bir de sonunu anlatacağım aralara istediğinizi serpiştirin.
Nöbeti devraldığım gün, gece 1 de telefonum çaldı ,17 yaşında bir kız genital bölgesine ağda yaparken cilt derisinde yırtık oluşmuş! Şimdiye kadar olan meslek hayatımda çok ilginç şeylere şahit oldum,ama gecenin bir vakti böylesine hiç denk gelmemiştim.Önce böyle uyduruk bir sebepten gece vakti hastaneye gittiğim için biraz içerledim ,genelde kanayan vakalara koşa koşa gittiğim için zoruma gitti biraz .Gittim ki ne göreyim çeken kişi yaradana sığınarak çekmiş ağdayı, labium minus ile majus arasında yaklaşık 7 cm lik derin bir yırtık..nasıl oldu diye sordum .''Ablam hızlıca çekince oldu'' dedi.Eski haline döndürmem yaklaşık 45 dakikamı aldı .Genel tıbbi tavsiyelere ek olarak bir daha ağda yaparken başkasına yaptırmamasını önerdim.
Son gün ise hafta sonu pazar günü, acilden aradılar sol alt kadranda şiddetli ağrısı olan bir kadını görmemi istediler.Muayenede sol tarafta yaklaşık 12-13 cm lik bir kitlesi vardı,ultrasonda da belirgin görünüyordu.Kist rüptürü(kist patlaması) ya da over torsiyonu (yumurtalığın kendi etrafında dönmesi) olabileceğini düşünerek yatırıp takip etmeyi planladım,ama bir yandan da ameliyat etmem gerekirse pazar günü nasıl yapacam diye de düşünmeye başladım .Nihayet kadının genel durumu yatırdıktan sonra daha da kötüleşince acilen ameliyata almak zorunda kaldım ,ameliyat ekibini evden toparlamak biraz zor oldu ama geldiler sonunda.
Sol over kaynaklı yaklaşık 12 cm lik torsiyone(kendi etrafında dönmüş) kitle çıktı karnından
Kitle büyük ve garip görünümlü olunca sol salpingooferektomi (tek taraflı yumurtalık ve tüpün alınması) yapmak zorunda kaldım.Sabah özgür olma hayali kurarken ,kitle iyi huylu mu kötü huylu mu acaba düşüncesi sardı beni.Patoloji sonucu henüz gelmedi bekliyorum hala .
Bu arada ben de minyatür bir tatil yapayım dedim .Alanya'ya gittim birkaç günlüğüne daha önce görmediğim için merak ediyordum.Kleopatra plajı gerçekten çok güzelmiş .Gidenler bilir plajın Damlataş denen mevkisinde kayalık orman bir arazi ile deniz bir arada manzarası muazzam...
Ben de güneşlenmek ve denize girmek için plaja gittim ama yangın çıktı ve plajı boşalttık.Görünen o güzel ormanın yarısı yandı .
Deniz kurumadı ama yangı çıktı.Keşke orman yanmasaydı da ben de gitmeseydim.Kara kader...
Felek tekmeyi vurunca beli doğrultmak zormuş,bana ne zaman vurdu anlamadım.
Büyük usta Neşet Ertaş'ın efsane bir eseri var ''zorumuş meğer'' (derde düştüm).Bağlama virtüozü İsmail Altunsaray sazına öyle bir vurmuş ki kulaklığı takıp ,sesi iyice yükseltip dinlemekten başka çare yok...
6 Temmuz 2013 Cumartesi
önüm arkam sağım solum gebe,hepsi sobe
Sıcak çok sıcak....
Arzın merkezine vardım galiba ,mağma tabakasının üzerinde oturuyorum sanki .Hava çok bunaltıcı, yansın Besni yansın...
Hüseyin Turan'ın çok güzel söylediği bir türkü var ''Yansın bodrum'' üzerine bir de bonus '' aman ormancı '' sıcakta bira hasreti çekenler için gelsin .Umarım fizy linkinden dinleyebilirsiniz...
http://fizy.com/song/huseyin-turan-ormanci-yansin-bodrum/1ajfyd
Buranın yerli biberi ve domatesi çıktı ,bir haftadır hergün fırında ya da mangalda pişmiş biber ve domates yiyorum ,acı çok acı hem biber acı hem de hayat acı ..Benim gibi bir birasever için bu sıcaklarda ,buz gibi ,buğulu ter damlaları dökülen bir bardaktan ya da şişeden bira içmek varken icapçı olmak ve içememek ayrı bir acı. Ben de bu yüzden bibere verdim kendimi .
Buranın teneke tavası meşhurdur.Bildiğiniz tenekenin üzerine çeşitli sebzeler veya et dizilerek ekmek fırınına veriliyor .Biz de Besni'li dostlar sayesinde bir teneke tava yedik.Domates biber tenekeye dizildi ,üzerine yapanın deyimiyle ''kakırcağı alınmış kuyruk yağı'' serpildi ve ekmek fırınına veridi.
Bu yemekle kişi başı üç tırnaklı ekmek yenir,o cinsten bir yemek, gariban aşı üç tl ye sekiz kişi doyurur.
en sonunda da tenekenin dibini sıyırırsın.
Ramazan yaklaşırken gebelerden önümü göremiyorum ,poliklinik gebe dolu geçen gün poliklinikte baktığım 58 hastanın 57 si gebeydi bir tanesi de adet gecikmesiyle geldi,gebelik testi istedim o da gebe çıktı ,kafamı hangi duvara vurayım bilemedim. İleri haftalarda olan gebeler vücudun ağırlık merkezi değiştiği için penguen gibi yürüyorlar.Tam penguenlerden bunalmışken iki enteresan vaka çıktı karşıma ; ilki iki yıl önce doğum yapan bir kadın adet görememe şikayetiyle geldi.Yaptırdığım hormonal testlerde hipogonadotropik hipogonadizm olduğunu gördüm ( beyinden salgılanan hormon eksikliğinden dolayı yumurtalıkların çalışmaması).Son doğumunda çok kanamasının olduğunu kan takıldığını ifade etti.Sheehan Sendromu'dan(doğum sonrası aşırı kanmaya bağlı beyindeki beslenme yetersizliğinden kaynaklanan hormonal yetersizlik) şüphelendiğim hastadan hipofiz MR ı istedim sonucunu bekliyorum.İkincisi ise genç bir kız ilaçsız adet görememe şikayetiyle geldi ,onda da hipogonadotropik hipogonadizm çıktı.Koku alma problemi de olan genç kızda Kallman Sendromu' ndan şüphelendim. Onu da MR'a ve genetik incelemeye yönlendirdim bakalım ne çıkacak.Gebelik dışında zor vakalarla karşılaşmak iyi oldu başka şeylere de kafa yormam gerektiğini ve daha çok okumam gerektiğini hissetttim,Kitapları hep açık tutmak lazım.
Şimdi bir arkadaşımın önerisiyle edindiğim Didem Madak'ın ''Ahlar Ağacı'' adlı kitabını okuyorum ....
Bir zamanlar kendimi
Bulunmaz hint kumaşı sanmıştım
Kaç metredir benim yokluğum?
Arzın merkezine vardım galiba ,mağma tabakasının üzerinde oturuyorum sanki .Hava çok bunaltıcı, yansın Besni yansın...
Hüseyin Turan'ın çok güzel söylediği bir türkü var ''Yansın bodrum'' üzerine bir de bonus '' aman ormancı '' sıcakta bira hasreti çekenler için gelsin .Umarım fizy linkinden dinleyebilirsiniz...
http://fizy.com/song/huseyin-turan-ormanci-yansin-bodrum/1ajfyd
Buranın yerli biberi ve domatesi çıktı ,bir haftadır hergün fırında ya da mangalda pişmiş biber ve domates yiyorum ,acı çok acı hem biber acı hem de hayat acı ..Benim gibi bir birasever için bu sıcaklarda ,buz gibi ,buğulu ter damlaları dökülen bir bardaktan ya da şişeden bira içmek varken icapçı olmak ve içememek ayrı bir acı. Ben de bu yüzden bibere verdim kendimi .
Buranın teneke tavası meşhurdur.Bildiğiniz tenekenin üzerine çeşitli sebzeler veya et dizilerek ekmek fırınına veriliyor .Biz de Besni'li dostlar sayesinde bir teneke tava yedik.Domates biber tenekeye dizildi ,üzerine yapanın deyimiyle ''kakırcağı alınmış kuyruk yağı'' serpildi ve ekmek fırınına veridi.
Bu yemekle kişi başı üç tırnaklı ekmek yenir,o cinsten bir yemek, gariban aşı üç tl ye sekiz kişi doyurur.
en sonunda da tenekenin dibini sıyırırsın.
Ramazan yaklaşırken gebelerden önümü göremiyorum ,poliklinik gebe dolu geçen gün poliklinikte baktığım 58 hastanın 57 si gebeydi bir tanesi de adet gecikmesiyle geldi,gebelik testi istedim o da gebe çıktı ,kafamı hangi duvara vurayım bilemedim. İleri haftalarda olan gebeler vücudun ağırlık merkezi değiştiği için penguen gibi yürüyorlar.Tam penguenlerden bunalmışken iki enteresan vaka çıktı karşıma ; ilki iki yıl önce doğum yapan bir kadın adet görememe şikayetiyle geldi.Yaptırdığım hormonal testlerde hipogonadotropik hipogonadizm olduğunu gördüm ( beyinden salgılanan hormon eksikliğinden dolayı yumurtalıkların çalışmaması).Son doğumunda çok kanamasının olduğunu kan takıldığını ifade etti.Sheehan Sendromu'dan(doğum sonrası aşırı kanmaya bağlı beyindeki beslenme yetersizliğinden kaynaklanan hormonal yetersizlik) şüphelendiğim hastadan hipofiz MR ı istedim sonucunu bekliyorum.İkincisi ise genç bir kız ilaçsız adet görememe şikayetiyle geldi ,onda da hipogonadotropik hipogonadizm çıktı.Koku alma problemi de olan genç kızda Kallman Sendromu' ndan şüphelendim. Onu da MR'a ve genetik incelemeye yönlendirdim bakalım ne çıkacak.Gebelik dışında zor vakalarla karşılaşmak iyi oldu başka şeylere de kafa yormam gerektiğini ve daha çok okumam gerektiğini hissetttim,Kitapları hep açık tutmak lazım.
Şimdi bir arkadaşımın önerisiyle edindiğim Didem Madak'ın ''Ahlar Ağacı'' adlı kitabını okuyorum ....
Bir zamanlar kendimi
Bulunmaz hint kumaşı sanmıştım
Kaç metredir benim yokluğum?
30 Haziran 2013 Pazar
pirpirim kattım aşıma
Yazmayalı uzun zaman oldu.Yazmak istedim ama yazamadım ,talihsizlikler bir türlü peşimi bırakmadı.Geçen zaman içinde birkaç günlüğüne gavur illerimizden İzmir'e gittim .Hem de çok gavur bir zamanda;millet sokaklara dökülmüşken .Dokuz Eylül Üniversitesi'nin mezuniyet törenine katılmak için gittim İzmir'e.Kardeşim mezun oldu.Böyle güzel bir günü onunla paylaşmak benim için ayrı bir mutluluktu.Gelgelelim öğrenciler o kadar mutlu değillerdi ,mezuniyet töreni final sınavlarından hemen önceydi.Tüm öğrencilerin rektörlüğe ve ilgili dekanlıklarına itirazlarına rağmen finallerden hemen önce olan tören tarihi değiştirilmemişti.O kadar anne, baba,akraba,eş ,dost tören için gelmişti şehir dışından,mezun olan yaklaşık 2 bin öğrenci mezun olma heyecanını bile tam anlamadan apar topar doluştular açık hava amfi tiyatroya herkesin aklı sınavlarda... ''Günler çuvala mı girdi ey akademik takvim ?'' der gibi baktı tüm törene katılanlar da. Bir anlam vermek imkansız ,bir üniversite yönetimi neden 2 bin öğrencisinin isteğine kulak vermez... Akla ziyan incilerin döküldüğü güzel ülkemde akademik inciler de diğerlerini aratmayacak cinsten.Alkışlıyoruz Dokuz Eylül Üniversitesini.Ama herşeye rağmen coşkuluydu ,tüylerim kabardı.
Yıllar öncesine kendi mezuniyetime gitti aklım .Benim mezuniyet törenim şu aralar olayların vuku bulduğu gezi parkı ile komşu ve onunla aynı kaderi paylaşan AKM'de olmuştu.O zamanlar faaliyetteydi emektar bina.Çok görkemliydi gerçekten .Kortej halinde taksim meydanına cübbelerle yürümeler,trafiği kesmeler ,tek tek alkış eşliğinde sahneye çıkmalar ,yaklaşık üçyüz elli kişi toplu bir şekilde bağıra bağıra hipokrat andı içmeler.... vay be ne günlerdi .Yine tüylerim diken diken oldu ne yalan söyleyeyim.Bu da benim törenimden...
http://www.youtube.com/watch?v=gomf85cnAiQ
Biz orada bir yemin ettik ve çil yavrusu gibi dağıldık ülkenin dört bir yanına .Eminim ki tüm meslekteşlarım bu yemini her gün her hasta baktığında tekrar ediyor işini yaparken.Meslek onurumuz , mesleğimize ve insanlığa saygımız için bunu yapmak zorundayız.Ancak hekimlik onurunun ayaklar altına alındığı şu günlerde hekimlik yemininden önce insanlık yeminini hatırlatmak gerek kıymetbilmezlere...
İzmir dönüşü mesai bitiminden sonra odama geldim ,biraz dinlendikten sonra birşeyler yazayım diye bilgisayarın başına geçtim .Birden televizyondan ve bilgisayardan dumanlar çıkmaya başladı ve elektrik sigortası attı.Yan komşum kendisine bir led televizyon almış ,televizyonu takmaya gelen servis görevlisi de duvara televizyonu matkapla monte ederken kör olası matkap elektrik kablosuna denk gelmiş,film orda kopmuş.Yangından zor kurtulduk.Bir elektrikçi çağardık hemen ,geldi, tüm elektrikçiler gibi kabloları çıkartıp yaklaşık iki dakika seyretti .Daha sonra ''ha ,demek bunun nötürüyle senin nötr birmiş abi dedi''.Biz de ''Demek öyle '' diyerek şaşırma görevimizi yerine getirdik .Peki yapabilecek misin diye sorunca, hemen işe koyuldu bağladı ,kesti ,yapıştırdı tamam dedi ve gitti.Olan benim televizyon ve bilgisayara oldu.Nötr olmayaydı iyiydi.... O Yüzden uzun süre yazamadım ,televizyonu kısa sürede yaptırdım ancak bilgisayarı yaptırmak zaman aldı malum parçalar yok burada.
Yaklaşık 2 hafta önce yine bir gece vakti, doğum üzeri gelen bir hastanın muayenesinin farklı olduğu muhtemelen yüz geliş olduğu telefonla söylendi.Koşa koşa gittim baktım gerçekten yüz gelişiydi hem de mentum posterior (çene aşağıda olan yüz geliş şekli).Doğurması imkansızdı ,iki bin doğumda bir görülen hadise geldi bizi buldu .Yüzdokuz kilogram olan kadına birkaç saniye absans halinde baktıktan sonra ,yapacak birşeyin olmadığını anladım ,apar topar aldık sezeryana .Hem kilolu hem tam açık çok uğraştırdı beni.Doğumdan sonra da tansiyonları bir türlü düşmedi bir hafta uğraştık kadınla.Taburcu ettikten sonra kontrole geldi ,köyden biraz meyve ve pirpirim(semiz otu ) getirmişti.Buranın taze pirpirimi çok meşhur ve çok lezzetlidir.Şöyle soğanlı bir çoban salatsını ve cacığını tavsiye ederim ....
Yıllar öncesine kendi mezuniyetime gitti aklım .Benim mezuniyet törenim şu aralar olayların vuku bulduğu gezi parkı ile komşu ve onunla aynı kaderi paylaşan AKM'de olmuştu.O zamanlar faaliyetteydi emektar bina.Çok görkemliydi gerçekten .Kortej halinde taksim meydanına cübbelerle yürümeler,trafiği kesmeler ,tek tek alkış eşliğinde sahneye çıkmalar ,yaklaşık üçyüz elli kişi toplu bir şekilde bağıra bağıra hipokrat andı içmeler.... vay be ne günlerdi .Yine tüylerim diken diken oldu ne yalan söyleyeyim.Bu da benim törenimden...
http://www.youtube.com/watch?v=gomf85cnAiQ
Biz orada bir yemin ettik ve çil yavrusu gibi dağıldık ülkenin dört bir yanına .Eminim ki tüm meslekteşlarım bu yemini her gün her hasta baktığında tekrar ediyor işini yaparken.Meslek onurumuz , mesleğimize ve insanlığa saygımız için bunu yapmak zorundayız.Ancak hekimlik onurunun ayaklar altına alındığı şu günlerde hekimlik yemininden önce insanlık yeminini hatırlatmak gerek kıymetbilmezlere...
İzmir dönüşü mesai bitiminden sonra odama geldim ,biraz dinlendikten sonra birşeyler yazayım diye bilgisayarın başına geçtim .Birden televizyondan ve bilgisayardan dumanlar çıkmaya başladı ve elektrik sigortası attı.Yan komşum kendisine bir led televizyon almış ,televizyonu takmaya gelen servis görevlisi de duvara televizyonu matkapla monte ederken kör olası matkap elektrik kablosuna denk gelmiş,film orda kopmuş.Yangından zor kurtulduk.Bir elektrikçi çağardık hemen ,geldi, tüm elektrikçiler gibi kabloları çıkartıp yaklaşık iki dakika seyretti .Daha sonra ''ha ,demek bunun nötürüyle senin nötr birmiş abi dedi''.Biz de ''Demek öyle '' diyerek şaşırma görevimizi yerine getirdik .Peki yapabilecek misin diye sorunca, hemen işe koyuldu bağladı ,kesti ,yapıştırdı tamam dedi ve gitti.Olan benim televizyon ve bilgisayara oldu.Nötr olmayaydı iyiydi.... O Yüzden uzun süre yazamadım ,televizyonu kısa sürede yaptırdım ancak bilgisayarı yaptırmak zaman aldı malum parçalar yok burada.
Yaklaşık 2 hafta önce yine bir gece vakti, doğum üzeri gelen bir hastanın muayenesinin farklı olduğu muhtemelen yüz geliş olduğu telefonla söylendi.Koşa koşa gittim baktım gerçekten yüz gelişiydi hem de mentum posterior (çene aşağıda olan yüz geliş şekli).Doğurması imkansızdı ,iki bin doğumda bir görülen hadise geldi bizi buldu .Yüzdokuz kilogram olan kadına birkaç saniye absans halinde baktıktan sonra ,yapacak birşeyin olmadığını anladım ,apar topar aldık sezeryana .Hem kilolu hem tam açık çok uğraştırdı beni.Doğumdan sonra da tansiyonları bir türlü düşmedi bir hafta uğraştık kadınla.Taburcu ettikten sonra kontrole geldi ,köyden biraz meyve ve pirpirim(semiz otu ) getirmişti.Buranın taze pirpirimi çok meşhur ve çok lezzetlidir.Şöyle soğanlı bir çoban salatsını ve cacığını tavsiye ederim ....
2 Haziran 2013 Pazar
nefes alma efes al
Tarih ibret alınan birşey olsaydı tekerrür etmezdi herhalde.Memleketimizde tarih yine tekerrür etti.Nefes alma hakkını korumak isteyen insanlar gaza boğuldu,dövüldü,yaralandı,hatta öldürüldü.Ama bu sefer insanlar dayanamadı döküldü sokaklara....
Sosyolog değilim ,derin tahliller yapamam ,olaylardan ince sonuçlar da çıkaramam ama herşey o kadar ortadaki birşey demezsem dilim şişer...
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri ve hatta çok daha da öncesinden her zaman devletçi ,halkına karşı militarist,faşist bir rejim olagelmiştir.Bu ülkenin insanları ne soykırımlar,katliamlar ,emek hakkı ihlalleri görmüştür...
Bu ülkede bir ırk savaşı yaşandı ve yaşanıyor onbinlerce insan öldü kimse sesini çıkartmadı, çıkartamadı,bu ülkede maraş katliamı,sivas katliamı oldu kimse sesini çıkartmadı çıkartamadı,yüzlerce aydın faili meçhul cinayetlere kurban gitti ,failleri hala aranıyor,çok uzağa gitmeye gerek yok,bu ülkede Roboski katliamı ,Reyhanlı katliamı oldu yine kimse oralı olmadı.Ta ki işin ucu kendine dokunana kadar .En basit kişisel özgürlükler bile kısıtlanmaya başlayınca totaliter,baskıcı,militarist ,saygısız rejime dayanamadı insanlar.Ama ne kadarı dayanamadı ,dayananları televizyonlarda 3. köprünün adı ''Yavuz Sultan Selim '' olarak açıklanırken alkışlarken gördük,isteseydi bir milyon bile toplardı ,hiç de az değil ... Onları televizyondan çok rahat gördük ama direnen insanları bir türlü göremedik aklımız hep orda kaldı.Bir hakkımız da burdan gitti...
Son bir aya bakarsak,ülke yoktan sebepten Suriye ile savaş eşiğine geldi ,Reyhanlı faciası yaşandı,1 mayısta taksim de çukur var bahanesiyle yine gazlar, bombalar, yaralılar ölenler oldu,''İçki yasağı'' adı altında özel yaşama müdahale edildi ,yaşama alanı daraltıldı, ağaç kesilmesini istemeyen insanlara savaş açıldı,son olarak da 3.köprünün adı hiç kimseye sorulmadan Yavuz Sultan Selim konuldu...Yekün çekecek olursak başımıza taş yağmış yeni haberimiz olmuş desek çok mu olur ...
Binlerce kilometre uzakta olup birşeyler yapamamak da beni rahatsız etti açıkçası .Buradan demokratik haklarını korumak isteyenlere manevi destek olabildim ancak, büyük illerdeki arkadaşlarımı aradım bilgi aldım.Olanı biteni birkaç gündür internetten takip ediyorum,sosyal medyanın gücü yadsınamaz,insanlar tamamen bu şekilde haberleşiyor ve kitleler bu şekilde toplanıp tüm dünyaya sansürsüz bir şekilde sesini duyuruyor.
Devletin ve hükümetin insan hakları anlayışında birşey değişir mi ? muhtemelen değişmez ama umarım bir farkındalık yaratır bu direniş....
Köşe yazısı gibi oldu ,bugun gün boyunca köşe yazısı ve mikroblog okudum ondan etkilendim galiba... uzun süredir tek icap tuttuğum için kitap okumayı aksattım ,çok sinir olduğum bir durum ,okumayınca sanki konuşmayı unutacakmışım gibi geliyor ,cümle kurmakta zorlanıyorum.Burada kitapçı olmadığı için internetten birkaç kitap sipariş ettim ,ödevlerim:
Onur Caymaz '' Gökyüzü sineması'',Steve Brouwer'' Devrimci doktorlar'' ,Truman Capote ''Tiffany'de kahvaltı''....
Sosyolog değilim ,derin tahliller yapamam ,olaylardan ince sonuçlar da çıkaramam ama herşey o kadar ortadaki birşey demezsem dilim şişer...
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri ve hatta çok daha da öncesinden her zaman devletçi ,halkına karşı militarist,faşist bir rejim olagelmiştir.Bu ülkenin insanları ne soykırımlar,katliamlar ,emek hakkı ihlalleri görmüştür...
Bu ülkede bir ırk savaşı yaşandı ve yaşanıyor onbinlerce insan öldü kimse sesini çıkartmadı, çıkartamadı,bu ülkede maraş katliamı,sivas katliamı oldu kimse sesini çıkartmadı çıkartamadı,yüzlerce aydın faili meçhul cinayetlere kurban gitti ,failleri hala aranıyor,çok uzağa gitmeye gerek yok,bu ülkede Roboski katliamı ,Reyhanlı katliamı oldu yine kimse oralı olmadı.Ta ki işin ucu kendine dokunana kadar .En basit kişisel özgürlükler bile kısıtlanmaya başlayınca totaliter,baskıcı,militarist ,saygısız rejime dayanamadı insanlar.Ama ne kadarı dayanamadı ,dayananları televizyonlarda 3. köprünün adı ''Yavuz Sultan Selim '' olarak açıklanırken alkışlarken gördük,isteseydi bir milyon bile toplardı ,hiç de az değil ... Onları televizyondan çok rahat gördük ama direnen insanları bir türlü göremedik aklımız hep orda kaldı.Bir hakkımız da burdan gitti...
Son bir aya bakarsak,ülke yoktan sebepten Suriye ile savaş eşiğine geldi ,Reyhanlı faciası yaşandı,1 mayısta taksim de çukur var bahanesiyle yine gazlar, bombalar, yaralılar ölenler oldu,''İçki yasağı'' adı altında özel yaşama müdahale edildi ,yaşama alanı daraltıldı, ağaç kesilmesini istemeyen insanlara savaş açıldı,son olarak da 3.köprünün adı hiç kimseye sorulmadan Yavuz Sultan Selim konuldu...Yekün çekecek olursak başımıza taş yağmış yeni haberimiz olmuş desek çok mu olur ...
Binlerce kilometre uzakta olup birşeyler yapamamak da beni rahatsız etti açıkçası .Buradan demokratik haklarını korumak isteyenlere manevi destek olabildim ancak, büyük illerdeki arkadaşlarımı aradım bilgi aldım.Olanı biteni birkaç gündür internetten takip ediyorum,sosyal medyanın gücü yadsınamaz,insanlar tamamen bu şekilde haberleşiyor ve kitleler bu şekilde toplanıp tüm dünyaya sansürsüz bir şekilde sesini duyuruyor.
Devletin ve hükümetin insan hakları anlayışında birşey değişir mi ? muhtemelen değişmez ama umarım bir farkındalık yaratır bu direniş....
Köşe yazısı gibi oldu ,bugun gün boyunca köşe yazısı ve mikroblog okudum ondan etkilendim galiba... uzun süredir tek icap tuttuğum için kitap okumayı aksattım ,çok sinir olduğum bir durum ,okumayınca sanki konuşmayı unutacakmışım gibi geliyor ,cümle kurmakta zorlanıyorum.Burada kitapçı olmadığı için internetten birkaç kitap sipariş ettim ,ödevlerim:
Onur Caymaz '' Gökyüzü sineması'',Steve Brouwer'' Devrimci doktorlar'' ,Truman Capote ''Tiffany'de kahvaltı''....
26 Mayıs 2013 Pazar
firavunun gelini
Anadolu'da yaşamış medeniyetlerin, uygarlıkların,krallıkların izleri birçok yerde karşımıza çıkıyor. O kadar çok eser bırakmışlar ki kimi zaman bir mozaik ,kimi zaman bir heykel ,kimi zaman bir mezar ,kimi zaman ganimet ,kimi zaman da bir söz olarak karşımıza çıkıveriyor.Tarihin ilk yazılı antlaşması olarak bilinen''Kadeş Antlaşması '' Anadolu'da hükümdarlık süren Hitit kralı ile Mısır firavunu Ramses arasında imzalanmış.Rivayete göre antlaşmanın şartlarından biri güzeller güzeli Hitit Kralının kızı ,Ramses'e gelin olarak gidecekmiş.Prenses bu işe gönülsüz olmasına rağmen mecburen boyun eğmiş ,gitmiş yaban ellere.Acısını içine atan kainat güzeli harap bitap düşmüş Mısır ellerinde ,çöl sıcağında firavunun zulmüne dayanamamış ve gencecik yaşta hayata gözlerini yummuş.O günden beri Anadolu'da kullanılagelen bir beddua var ''Firavuna gelin olasın emi...'' Kulağa hoş gelse de anlamı pek hoş değil .Günümüzde anneler sözünü yapmayan genç kızları için biraz daha esnek bir formunu kullanıyorlar sanırım'' Firavuna gelin olmayasın emi....'' devamında ardışık birkaç tane daha gelir nefes bitene kadar ,biz de beddua çok...
Bu bölge de Komagene Krallığı'nın yaşama alanı .Nemrut Dağ'ı nı da içine alan bölgede hatırı sayılır sayıda tarihi eser var .Besni ilçesine bağlı Sofraz köyü muhtemelen Komagene Krallığı'nın merkezlerinden biri açık hava müzesi gibi her taraftan birşeyler çıkmış.Bolca ''Tumülüs '' var ( volkanik topraklardan oluşmuş tepecikler).Mısır'daki piramitleri andırıyorlar ve çoğunun altında piramitlerde olduğu gibi anıt mezarlar var.En meşhuru , daha doğrusu define avcıları ve halk tarafından talan edilmemiş olanı ''Sofraz Anıtı'' olarak adlandırılmış ve Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından birkaç levhayla yeri gösterilmiş.Keşke levha koymak dışında da birşeyler yapsalardı.Komagene Krallığında ve birçok diğer anadolu uygarlıklarında hükümdar öldükten sonra gömülürken servetiyle gömülürmüş,ölümden sonraki hayatında da varlığını devam ettirmek için, ama nasip köylülere ve define avcılarına düşmüş.Tüm anıt mezarların içindeki altınlar , tablolar ve tarihi eserler çalınmış. Bu büyük anıt mezarı da Alman bir arkeolog bulmuş ama bulduğunda iş işten geçmiş durumdaymış ama yine de muhteşem,işte levha ile gösterilen yer:
uyduruk tahta bir merdivenle içeri giriliyor ve yaklaşık 20 metre aşağıya iniyorsunuz içerisi zifiri karanlık,hanımların çoğu gelmiyor zaten ,tahta merdiven çok dik ve çürük.Ben sakatlanma pahasına telefon ışığıyla içeri girdim ,buraya kadar gelmişken Komagene Kralının ve eşinin lahitlerini görmeden gidemezdim
Bu bölge de Komagene Krallığı'nın yaşama alanı .Nemrut Dağ'ı nı da içine alan bölgede hatırı sayılır sayıda tarihi eser var .Besni ilçesine bağlı Sofraz köyü muhtemelen Komagene Krallığı'nın merkezlerinden biri açık hava müzesi gibi her taraftan birşeyler çıkmış.Bolca ''Tumülüs '' var ( volkanik topraklardan oluşmuş tepecikler).Mısır'daki piramitleri andırıyorlar ve çoğunun altında piramitlerde olduğu gibi anıt mezarlar var.En meşhuru , daha doğrusu define avcıları ve halk tarafından talan edilmemiş olanı ''Sofraz Anıtı'' olarak adlandırılmış ve Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından birkaç levhayla yeri gösterilmiş.Keşke levha koymak dışında da birşeyler yapsalardı.Komagene Krallığında ve birçok diğer anadolu uygarlıklarında hükümdar öldükten sonra gömülürken servetiyle gömülürmüş,ölümden sonraki hayatında da varlığını devam ettirmek için, ama nasip köylülere ve define avcılarına düşmüş.Tüm anıt mezarların içindeki altınlar , tablolar ve tarihi eserler çalınmış. Bu büyük anıt mezarı da Alman bir arkeolog bulmuş ama bulduğunda iş işten geçmiş durumdaymış ama yine de muhteşem,işte levha ile gösterilen yer:
uyduruk tahta bir merdivenle içeri giriliyor ve yaklaşık 20 metre aşağıya iniyorsunuz içerisi zifiri karanlık,hanımların çoğu gelmiyor zaten ,tahta merdiven çok dik ve çürük.Ben sakatlanma pahasına telefon ışığıyla içeri girdim ,buraya kadar gelmişken Komagene Kralının ve eşinin lahitlerini görmeden gidemezdim
Zifiri karanlıkta el feneriyle dolaşırken bunları çekebildim.Kültür ve Turizm Bakanlığı olmasa levhasız nasıl bulacaktık koskoca kralın mezarını....
Burası volkanik hareketliliğin olduğu bir bölge ,hala hareket olduğu söyleniyor ,toprak ,taş çok verimli volkanik lavlardan kaynaklanıyor, zaten renginden belli .Toprakta yürürken birden lav fışkıracakmış hissi uyandırıyor bazen .Arzın merkezine yakın geldiğimi farkettim ,mağma tabakasına ulaşabilir miyim acaba ?
Kral mezarını ziyaretten sonra hastanede bizimle birlikte çalışan bir arkadaşımız yakın olan köyüne davet etti bizi ,epey yorulmuştuk soluklanmak için gittik köye.Bir yer sofrası kuruldu ki anlatamam
Çok özlediğim birşeydi tıkabasa yedim .
Bu hafta içi kıymetli illerimizden biri olan Muş'ta mecburi hizmetini yapan iki can dostum beni ziyarete geldiler nasıl mutlu oldum bilemezsiniz.Geleceklerini haber aldığımda sevinçten gece uyuyamadım ,bir yandan da inşallah geldiklerinde icap hastası için beni aramazlar diye temenni etmeye başladım.Burada yaz geldi artık açık hava bahçeleri açıldı ,birlikte ''Keleş'in Yeri'ne'' gittik pirzolanın gözüne vurduk ,birimiz hariç diğerleri doydu.....
Ben de bu hafta sonu icap izni alarak Urfa Birecik'te mecburi hizmetini yapan bir arkadaşımı ziyaret ettim 'Şu Fırat'ın suyu..'' eşiliğinde hasret giderdik insanın dostları da olmasa kim bilir hayat ne sıkıcı olur ....
Bu hafta konseptin dışına çıktın ,tababetle ilgili birşey olmadı mı gezip tozmuşsun diye soracak olursanız, o kadar çok şey oldu ki güzel şeyler anlatırken can sıkmak istemedim.Vajinal kanamayla gece yarısı köyden gelen bir kadını muayene ettim .Koskocaman vajene doğmuş rahimden kaynaklı bir myomu vardı,kanaması myomdan kaynaklıydı. İki ünite kan transfuzyonu yaptırdım ,sabah ameliyathanede myomunu aldım,kadına fotografını gösterdim ,inanmadı kendisinden öyle birşey çıktığına ,kocasına ve kendisine patoloji sonuçlarını mutlaka bana getirip göstermelerini tembih ettim ama anlamadılar,ben de tahsil yapmış aklı başında bir yakınınızı yanıma gönderin ona anlatağım dedim .Enişte geldi beni buldu,''hocam beni çağırmışsınız ''dedi. Ben de ''Enişte, sen aklı başında birine benziyorsun ,kadının rahminden sekiz santimlik bir ur çıkardım parça sonucu çıkınca getirip bana gösterin'' dedim...
Youtube'da gezinirken bir müzik videosuna takıldım iki gündür onu dinliyorum .''Dzambo Aguseva Orkestra'' adında Makedon bir üflemeli çalgılar orkestrası .Türkiye'ye de sık gelip giderlermiş.Hem ağlak,hem oynak şarkılar çalıyorlar ,ezgilerimiz gibi .Ritmik bir anadolu ezgisine eşlik ederken sözlerine bir bakarsın ki yürek parçalıyor ne garip...
''Keskin Bıçak'' üflemeli de güzel....
19 Mayıs 2013 Pazar
koyun yoğurdu
Düğünden geldim biraz önce.Servis hemşirelerimizden birisi dünya evine girdi,beni de davet etmişlerdi ben de severek gittim düğüne.Buranın düğünlerini de merak ediyordum açıkçası.Düğün klasik bir salon düğünüydü ,açık havada insanlar eğlenmeye çalıştı gelin ve damatla, ancak düğün öğlen saatinde olduğu için milletin başına güneş geçiyordu bu yüzden kurtlarını tam dökemediler benim de hevesim kursağımda kaldı.Genellikle halay başını çeken ilk üç dört kişinin (diğerlerinden daha kıvrak ve farklı hareketler yapan) ellerine mendil alarak sergiledikleri enteresan senkronize figürleri göremedik.Güneşin azizliğine uğradı,neden öğlen yaptılar düğünü onu pek anlayamadım.
Bu hafta başında öyle bir sezeryan yaptım ki ömrümden ömür gitti desem yeridir.Organ nakli yapanların affına sığınarak yazıyorum ,tabir yerindeyse uterus(rahim) nakli yaptık diyebilirim.Tam servikal açıklığı olan(doğum için yeterli rahim ağzı açıklığı olan ancak kemik yapılardan veya başka sebeplerden dolayı ilerlemeyen doğum eylemi ) ancak bir türlü doğuramayan bir hastayı acil sezeryana aldım.Tam açıklığı olan hastaların ameliyatı kadın doğum hekimleri için tam bir ızdıraptır.Benim için de öyle oldu bebek iyi çıktı ancak uterus (rahim) paramparça haldeydi.Her taraftan kanıyordu ve yarısı yerinden ayrılmıştı.Histerektomi(rahimin alınması) yapayım mı yapmayayım mı diye kısa süreli bir ikilem yaşadım , böyle durumlar başa gelince anlaşılıyor ve tek başınayken kısa sürede karar vermek çok zor. Rahimi almamaya karar verdim. kanayan damaları bağladım ,yırtılan yerleri diktim epey zamanımı aldı ama kanamalar durunca biraz rahatladım.Dren koyup bitirdik ameliyatı ,hastayı takibe aldık.Ameliyattan sonra ,saçlarım biraz uzun olsaydı dağıtıp televizyonlara çıkabilirdim ,Akdeniz Tıp Fakültesi' ndeki nakilci hoca gibi...Ama burada televizyon nerde, kimsenin ruhu bile duymadı gece ecel terleri dökmüşüz,hasta çok kanamış ,sabaha kadar uğraşmışız ...
Neyseki nakil tuttu,dört gün takip ettikten sonra taburcu ettim, mükafatım da beş kilogram koyun yoğurdu oldu.Ben de saçımı başımı dağıtıp televizyona çıkamadım ama,hasta ve yakınlarının karşısına çıktım, gerekli önerilerde ve uyarılarda bulundum ,teşekkür ettim yoğurt için onlar da bana ettiler kontrole çağırarak vedalaştım...
Cuma günü Aşık Mahsuni Şerif'in ölüm yıldönümüydü .Üç gündür Listemde hep Mahsuni Şerif çalıyor.Ne büyük bir ozan ne büyük bir düşünür ,şimdi çalan ise:
Ayrılık derdinin kökü derinde,
ışık bitmiş gözlerimin ferinde
baykuşlar dem tutar çadır yerinde
bu yaylada duramazsın güzel yar...
Bu hafta başında öyle bir sezeryan yaptım ki ömrümden ömür gitti desem yeridir.Organ nakli yapanların affına sığınarak yazıyorum ,tabir yerindeyse uterus(rahim) nakli yaptık diyebilirim.Tam servikal açıklığı olan(doğum için yeterli rahim ağzı açıklığı olan ancak kemik yapılardan veya başka sebeplerden dolayı ilerlemeyen doğum eylemi ) ancak bir türlü doğuramayan bir hastayı acil sezeryana aldım.Tam açıklığı olan hastaların ameliyatı kadın doğum hekimleri için tam bir ızdıraptır.Benim için de öyle oldu bebek iyi çıktı ancak uterus (rahim) paramparça haldeydi.Her taraftan kanıyordu ve yarısı yerinden ayrılmıştı.Histerektomi(rahimin alınması) yapayım mı yapmayayım mı diye kısa süreli bir ikilem yaşadım , böyle durumlar başa gelince anlaşılıyor ve tek başınayken kısa sürede karar vermek çok zor. Rahimi almamaya karar verdim. kanayan damaları bağladım ,yırtılan yerleri diktim epey zamanımı aldı ama kanamalar durunca biraz rahatladım.Dren koyup bitirdik ameliyatı ,hastayı takibe aldık.Ameliyattan sonra ,saçlarım biraz uzun olsaydı dağıtıp televizyonlara çıkabilirdim ,Akdeniz Tıp Fakültesi' ndeki nakilci hoca gibi...Ama burada televizyon nerde, kimsenin ruhu bile duymadı gece ecel terleri dökmüşüz,hasta çok kanamış ,sabaha kadar uğraşmışız ...
Neyseki nakil tuttu,dört gün takip ettikten sonra taburcu ettim, mükafatım da beş kilogram koyun yoğurdu oldu.Ben de saçımı başımı dağıtıp televizyona çıkamadım ama,hasta ve yakınlarının karşısına çıktım, gerekli önerilerde ve uyarılarda bulundum ,teşekkür ettim yoğurt için onlar da bana ettiler kontrole çağırarak vedalaştım...
Cuma günü Aşık Mahsuni Şerif'in ölüm yıldönümüydü .Üç gündür Listemde hep Mahsuni Şerif çalıyor.Ne büyük bir ozan ne büyük bir düşünür ,şimdi çalan ise:
Ayrılık derdinin kökü derinde,
ışık bitmiş gözlerimin ferinde
baykuşlar dem tutar çadır yerinde
bu yaylada duramazsın güzel yar...
12 Mayıs 2013 Pazar
''Z'' İle başlayan beş harfli hayvan?
Mart ayı dert ayı,Nisan ayı yağmur ayı,Mayıs ayı halas ayı....
Bu haftaki icap gecelerim plasenta toplamakla geçti.İki gece üstüste doğum sonrası plasentası ayrılmayan kadınlar için çağırdılar,iki gece de deli gibi yağmur yağıyordu ve iki gece de hiç sevmediğim işi yapmak zorunda kaldım ,elle halas yaptım.Birinde yetmedi, içeride bir miktar plasenta kaldı bumm küretaj (rahim içinin büyük küretlerle kazınarak kalan parçaların çıkarılması) yapmak zorunda kaldım.Üçüncü bir kez ayrılmayan bir plasenta için çağırsalardı ''neden ayrılmıyorsun kardeşim ?hani sen kendiliğinden ayrılıyordun .'' Diyerek plasentayı zarlarıyla alıp kafama geçirebilirdim.(benim hunim de plasenta)
Zamanında plasenta başında çok beklemişliğim vardır.Asistanlığımın ilk yıllarında bir gece kıdemlim doğurmak üzere olan bir kadını bana teslim etti ve gitti ,muayene ettim, kadının doğurmasına en az bir saat vardı daha .Doğum salonunda ben ,gebe kadın ,doğumhanenin loş ışıkları ve masa başında ''Z yle başlayan beş harfli hayvan''şeklinde, sesli düşünerek bulmaca çözmeye çalışan doğumhane sekreteri başbaşa kaldık.(Herzaman olduğu gibi) Sağ kulağımda Z yle başlayan beş harfli hayvan sol kulağımda yöresel bir çığlık ,sabır taşının çatlamasına ramak kala zor bela doğurttuk kadını,bebek bakımını yaptıktan sonra tekrar kadının başına gittim .''Neyi bekliyoruz kalkmayacak mıyım?'' dedi.Ben de plasentayı kastederek ''eşinin çıkmasını bekliyoruz ondan sonra kaldıracağız'' dedim .''Ha tamam o zaman eşim yukarı gelsin ondan sonra kaldırın ,bebeğin elbiselerini getirmesini de söyleyin '' diyerek gecenin esprisini yaptı ama farkında değildi....
Bu hafta sonu malum anneler günüydü .Ben de birçok plan yaparak zar zor icap izini aldım hafta sonu için.Hastaneden çıkıp Gaziantep minibüsüne bindim .Sabah bir hasta görmüştüm poliklinikte ,''aslında biz diğer doktorun hastasıyız ama o yok bizim durumumuz acil bakar mısınız?'' diye sordular ben de baktım.Hafif kanaması vardı ,sekiz haftalık gebelik olduğunu ama kalp atışlarının olmadığını kürtaj olması gerektiğini anlattım,pek inanmadılar o zaman kendisi düşsün deyip gittiler ,diğer doktoru bekleyeceklerini tahmin ettim ,hafif gergin bir ortam da oluştu aramızda .Diğer doktor ne dedi bilmiyorum ama minibüste karşılaştık ,tek boş yer benim yanımdı önce bir tereddüt ettiler oturalım mı diye ben de biraz rahatsız oldum, ineyim diye içimden geçirdim ama son minibüstü inmedim onlarda köylerine gitmek zorundaydı galiba mecburen yanıma oturdular.Küçük yerlerin de böyle bir tarafı var işte toplu taşıma araçlarında ,sokakta ister istemez hastalarla çok sık karşılaşıyorsunuz .Selam verdiler ben de selam verdim,biraz domates biraz da biber almışlardı köye dönerken ,biraz da üzüldüm hallerine ilk gebelik olduğu için kabullenememişlerdi durumu.''Ne yaptınız'' diye sordum.''hocam bişey yapmadık öyle köye dönüyoruz.'' dediler.Ben de durumu ayrıntılı bir şekilde tekrar anlattım ,evde düşük yapabileceğini, kanaması olabileceğini anlattım ,dikkatli olmasını söyledim.Eğer birşey olmazsa pazartesi hastaneye gelmelerini tembih ettim,kendi durumları için üzüldüler ama sanırım ilgilendiğim için de biraz rahatladılar .Köyde çiftçilikle uğraşıyordu genç çift ,''fıstık ,buğday ,birkaç tane de ineğimiz var '' dediler .İnerken beni evlerine davet ettiler,ben de teşekkür ettim ,vedalaştık.
Annemi fırat nehri kenarına götürüp güzel bi yemek yemeyi planlamıştım .Tam yola çıktık bir dolu bastırdı ,hayatımda ilk defa böyle birşey gördüm herbiri cevizden daha büyük tüm arabaların camlarını kırdı,bizimki de kırıldı, yol yakınken geri dönmek zorunda kaldık,tüm planlarım suya düştü
Tekrar eve döndük .Ben de anneme evde yemek yaptım,bu seneyi de böyle geçirdik...
Anneler günü de kana bulandı.Reyhanlı'da kim bilir kaç anne ciğerini toprağa gömdü,kaç çocuk annesinin ardından gözyaşlarına boğuldu.Televizyonlar ise bilmem kaç kişinin ne kadar kısa sürede gözaltına alındığını söyleyerek birbirine teşekkür eden insanlarla dolu .Peki ya bu canların hesabını kim verecek...
4 Mayıs 2013 Cumartesi
kah ve rengi
Acil servisten çıktım odama dönüyorum,yağmur yağıyor ,acil servis kapısının biraz ilerisinde bir torostan yanık bir türkü sesi geliyor ''zaman mı hızlandı vakit bir başka...'' Aşık Ali Nurşani'den...
Kahverengi battaniye kabusum oldu burada.Herhangi bir zamanda önünüze sedyeyle atılmış ,kahverengi bir battaniyeyle sarılı bir hastayla karşılaşabilirsiniz.Tahmin edeceğiniz gibi pek hayırlı birşey çıkmıyor battaniyenin altından .Beni çağırdıklarında genellikle ,rengi kireç gibi olan ,hipovolemik şokun doruklarında gezen (kan kaybı nedeniyle vucudun hayati organlarının beslenemediği cok ciddi bir tıbbi durum) bir kadınla karşılaşıyorum.Seçenekler çoktan seçmeli; 'neyi var?' ,''hocam durumu kötüleşti ''.Bulmacayı çözmek bazen vakit alabiliyor ,postpartum kanama ,ektopik gebelik,kist rüptürü,inkomplet abortus ,ve daha neler neler...Bu durumda vücudun çeşitli oluklarından ter damlalarını yuvarlamak da bize kalıyor...
Gördüm yine kahverengi battaniyeyi,hava da sıcak ama bu battaniye sıcak mıcak dinlemez ,bu sefer bahtımıza ne çıkacak acaba diye usulca vardım yanına ,muayenesini yaptım kanaması yoktu ,gebelik de yoktu ,akut apandisit düşünülmüştü diğer meslektaşlarım tarafından ,kadın olduğu için bir de benim değerlendirmemi istemişlerdi ,jinekolojik patoloji olmayınca akut apandisit tanısıyla ameliyat kararı verildi.Bu seferlik yırttık kahverengi battaniyeden...
Nurşani'nin türküsü yapıştı dilime yağmurda koşarken ''zaman mı hızlandı vakit bir başka ...'' diye diye geldim odama .
Meçhul şairden bir dize okuyup uyumak var şimdi.
Canım,
Eğer nasip olmazsa bir daha görmek seni,
Doğduğum yere değil ,
Hüzün dolu ağıtlara da değil,
yüreğine göm beni....
1 Mayıs 2013 Çarşamba
su hayattır
Bir aylık Adıyaman macerasından sonra tekrar Besni'ye dondum .Biradan çaya hızlı bir geçiş oldu .İcaplar başladı yine.Tam da buraların gavur sıcakları başlarken pek iyi olmadı.Adıyaman farklı bir tecrube oldu diyebilirim .Farklı insanlarla tanıştım ,iyi de oldu ancak degişmeyen şey;bölünmüş hayatlar ,küçülmüş hayaller ve azalmış umutlar ...
Adıyaman'daki üç meslektaşım eşini ve çocugunu başka bir ilde bırakarak mecburi hizmete gelmişti, ikisi benimle birlikte misafirhanede kalıyordu ,göçebelikten yerleşik hayata geçmek için evlenmenin pek işe yaramadığını orada gördüm.
Geçen hafta Kahta da mecburi hizmetini yapan, beraber ihtisas yaptığımız biri pediatrist ,diğeri halk sağlığı uzmanı iki arkadaşımla görüştüm.Çok mutlu oldum epeydir görüşmüyorduk.Güzel bir gün oldu .Beni Kahta' ya davet ettiler ,göl kenarına gideceğiz dediler ,manzarayla ilgili çok bir beklentim yoktu açıkçası.Sohbet ,muhabbet iki lafın belini kıralım evde otursak da olur diye düşündüm ama yanılmışım .Gördüğüm doğa manzarası büyüledi beni ,su görmeyeli uzun zaman olmuştu bakakaldım bir süre .Su hayattır ne de olsa...
Adıyaman'daki üç meslektaşım eşini ve çocugunu başka bir ilde bırakarak mecburi hizmete gelmişti, ikisi benimle birlikte misafirhanede kalıyordu ,göçebelikten yerleşik hayata geçmek için evlenmenin pek işe yaramadığını orada gördüm.
Geçen hafta Kahta da mecburi hizmetini yapan, beraber ihtisas yaptığımız biri pediatrist ,diğeri halk sağlığı uzmanı iki arkadaşımla görüştüm.Çok mutlu oldum epeydir görüşmüyorduk.Güzel bir gün oldu .Beni Kahta' ya davet ettiler ,göl kenarına gideceğiz dediler ,manzarayla ilgili çok bir beklentim yoktu açıkçası.Sohbet ,muhabbet iki lafın belini kıralım evde otursak da olur diye düşündüm ama yanılmışım .Gördüğüm doğa manzarası büyüledi beni ,su görmeyeli uzun zaman olmuştu bakakaldım bir süre .Su hayattır ne de olsa...
Anadoluda böyle cennetler çoktur herhalde .Fırat nehri ne heybetli bir sudur ki asırlardır mezopotamyaya ve insanlara can veriyor.Bu göl de Fırat nehri üzerinde kurulu Atatürk Barajının bir kolu ,Kahta ilçe sınırını oluşturuyor.Bahar aylarında Kahta' dan göle giden yol yemyeşil, Yüzüklerin Efendisi filmindeki hobbit köylerine benziyor.İki arkadaşım da daha önce İtalya'ya gittiklerini ve manzaranın Orta İtalya'ya çok benzediğini söylediler.
Bu güzel göl manzarası eşliğinde odun fırınında alabalık ve yöre mezeleri yedik ,tatlı su balığı lezzetliydi.Buradaki her yemeğin yanında genelde mangalda veya odun fırınında pişmiş domates ve biber getiriliyor ,özellikle sabah kahvaltılarının vazgeçilmezi diyebilirim .Adıyaman'da 'Abuzer Kebabı 'diyorlar buna(Abuzer ismi çok yaygın Adıyaman'da)
Hava kararmaya başlayınca, en yakın zamanda tekrarlamak dileğiyle vedalaşıp ayrıldık ,herkes yuvasına döndü ben de misafirhaneme .
Ardından bir zorlu nöbet daha tuttuktan sonra oradaki görevimi tamamladım, Besni'ye döndüm tekrar.Şimdi odamdayım duvarlar, kitaplar,ve cır cır böcekleriyle....
18 Nisan 2013 Perşembe
vazo ve bisiklet
Dün sabah nöbetten çıktıktan sonra bir doluya tutuldum,kafamda ve kulaklarımda hala izleri var.Kendimi zor attım Yaman Tur minibüsünün içine ,nöbet ertesi iznimi fırsat bilerek Gaziantep'e gideyim dedim.Diyarbakır'a gitmeyi düşünüyordum, doğduğum köyü,doğduğum evi görmek için ama nöbet sonrası pilim bitmişti ,duman olmuştum resmen bir de birkaç aktarma yaparak gitmem gerekiyordu ,artık başka bir zamana diyerek vazgeçtim .Babamın ilk görev yeri olan Diyarbakır'ın Kulp ilçesinin tek odalı bir köy evinde doğmuşum.Annem bana hamileyken birkaç defa doktora gitmiş o da sağlık ocağında ebe çanla (bebeğin kalp atışlarını anne karnı üzerinden kulak dayayarak dinlemeye yarayan bir alet) kalp atışlarımı dinlemiş,ultrasona hiç girmemiş.O zamanlar bizimkiler için sıkıntılı dönemlermiş ,bir çift yatak ,birkaç tabak çanakla baba evinden ayrılıp Diyarbakır'da bir köye yerleşmişler ,orada öğretmenliğe başlamış babam.Yokluk ve gurbet günlerinde üç kişi olmuşuz.
Kardeşim de evde doğdu.Onun doğumunu hayal meyal hatırlıyorum ,bir ebe gelmişti eve...Şimdiki gebelere bakıyorum da evde doğurmaları imkansız gibi geliyor .Zira evde doğumu savunmuyorum , doğumlar yardımsız pek olmuyor artık .Bolca kullanılan vitamin minarel kombinasyonlarının,gebe kaldığı andan itibaren tabiri caizse ''cam fanus'' içine konularak hareketi engellenen ve sürekli yedirilerek ,yeterli pelvik relaksasyonu sağlanamayan kadınların ,modernizasyon ve intertnet aracılığıyla edinilen bilgi kirliliğinden kaynaklanan obsesyonun bunda etkili olduğunu düşünüyorum .Kitabi olarak 3300-3500 gr dan iri fetuslar ve gün aşımları böylelikle artıyor ve doğumlara müdahale şart hale geliyor galiba.Benimkisi bilimsel değil de kişisel bir görüş....
Dün nöbetimde otuzaltı haftalık daha önce sezeryan olmuş ağrılı bir gebeyi bebek kalp atışları kötü olduğu için apar topar ameliyata aldım .Hızlıca muayenesini yaparken, bildiğin bir rahatsızlığın var mı ,sürekli kullandığın bir ilaç var mı diye sordum ,yok diye cevap verdi.Steril temizlik yapıp ameliyata başlayacakken ,uyutmadan önce anestezist tekrar sordu bir ilaç kullanıyor musun diye?'' gebeliğimin başından beri aspirin kullanıyorum ,en son sabah aldım,doktor düşük yaptığım için verdi'' dedi.Aspirin halk ağzıyla kan sulandırıcı bir ilaç olduğu için ameliyat esnasında ve sonrasında kanama riskini oldukça arttırıyor.Yapacak çok birşey yoktu, acil olduğu için mecburen başladık ameliyata,doğduğum günde, doğduğum saatte plasentasının tamamına yakını dekole olmuş bir bebek doğurttuk ameliyat ekibiyle .(plasenta dekolmanı ,plasentanın rahim duvarından kanayarak ayrılması anlamına geliyor ,hem anne hem bebek için müdahale edilmediğinde ölümcül olabiliyor.)Bebeğin şansı varmış,biraz daha geç gelseydi şimdi yaşamıyor olabilirdi,şimdilik yoğun bakımda takip altında iyi olduğunu söylüyorlar...Ama anne bizi epey zorladı ,mızır mızır kanamalar çok uğraştırdı beni ,aspirin kabusum oldu resmen ,doğum sonu takiplerinde anne de iyi görünüyor.
Dün doğum günümdü ,birkaç yıldır nöbetlere denk geliyor genelde.Kutlamak gibi bir adetim yoktur ama sağolsun akrabalar ,arkadaşlar arayıp tebrik ettiler.Bence doğum gününün şöyle bir önemi var ;insan öncelikle geçmişte yaşadığı iyi ve kötü günlerini hatırlıyor,olgunlaşma sürecini bir film şeridi gibi getiriyor gözlerinin önüne ,belki de yaşamından dersler çıkartıyor,sonra da çevresinde ,onunla sevincini,hüznünü ,yalnızlığını paylaşan sevdikleriyle yaşama tutunacak dallar arıyor,bir de yaşlandığını hissediyor biraz...
Geçen yıl, doğum günümde bir arkadaşımın hediye ettiği bisiklete bakıyorum şimdi ,o arkadaşım Hakkari'de şu an,bir yılda nekadar çok şey oldu ve bir bisiklet nekadar çok anı hatırlatıyor insana...
Kardeşim de evde doğdu.Onun doğumunu hayal meyal hatırlıyorum ,bir ebe gelmişti eve...Şimdiki gebelere bakıyorum da evde doğurmaları imkansız gibi geliyor .Zira evde doğumu savunmuyorum , doğumlar yardımsız pek olmuyor artık .Bolca kullanılan vitamin minarel kombinasyonlarının,gebe kaldığı andan itibaren tabiri caizse ''cam fanus'' içine konularak hareketi engellenen ve sürekli yedirilerek ,yeterli pelvik relaksasyonu sağlanamayan kadınların ,modernizasyon ve intertnet aracılığıyla edinilen bilgi kirliliğinden kaynaklanan obsesyonun bunda etkili olduğunu düşünüyorum .Kitabi olarak 3300-3500 gr dan iri fetuslar ve gün aşımları böylelikle artıyor ve doğumlara müdahale şart hale geliyor galiba.Benimkisi bilimsel değil de kişisel bir görüş....
Dün nöbetimde otuzaltı haftalık daha önce sezeryan olmuş ağrılı bir gebeyi bebek kalp atışları kötü olduğu için apar topar ameliyata aldım .Hızlıca muayenesini yaparken, bildiğin bir rahatsızlığın var mı ,sürekli kullandığın bir ilaç var mı diye sordum ,yok diye cevap verdi.Steril temizlik yapıp ameliyata başlayacakken ,uyutmadan önce anestezist tekrar sordu bir ilaç kullanıyor musun diye?'' gebeliğimin başından beri aspirin kullanıyorum ,en son sabah aldım,doktor düşük yaptığım için verdi'' dedi.Aspirin halk ağzıyla kan sulandırıcı bir ilaç olduğu için ameliyat esnasında ve sonrasında kanama riskini oldukça arttırıyor.Yapacak çok birşey yoktu, acil olduğu için mecburen başladık ameliyata,doğduğum günde, doğduğum saatte plasentasının tamamına yakını dekole olmuş bir bebek doğurttuk ameliyat ekibiyle .(plasenta dekolmanı ,plasentanın rahim duvarından kanayarak ayrılması anlamına geliyor ,hem anne hem bebek için müdahale edilmediğinde ölümcül olabiliyor.)Bebeğin şansı varmış,biraz daha geç gelseydi şimdi yaşamıyor olabilirdi,şimdilik yoğun bakımda takip altında iyi olduğunu söylüyorlar...Ama anne bizi epey zorladı ,mızır mızır kanamalar çok uğraştırdı beni ,aspirin kabusum oldu resmen ,doğum sonu takiplerinde anne de iyi görünüyor.
Dün doğum günümdü ,birkaç yıldır nöbetlere denk geliyor genelde.Kutlamak gibi bir adetim yoktur ama sağolsun akrabalar ,arkadaşlar arayıp tebrik ettiler.Bence doğum gününün şöyle bir önemi var ;insan öncelikle geçmişte yaşadığı iyi ve kötü günlerini hatırlıyor,olgunlaşma sürecini bir film şeridi gibi getiriyor gözlerinin önüne ,belki de yaşamından dersler çıkartıyor,sonra da çevresinde ,onunla sevincini,hüznünü ,yalnızlığını paylaşan sevdikleriyle yaşama tutunacak dallar arıyor,bir de yaşlandığını hissediyor biraz...
Geçen yıl, doğum günümde bir arkadaşımın hediye ettiği bisiklete bakıyorum şimdi ,o arkadaşım Hakkari'de şu an,bir yılda nekadar çok şey oldu ve bir bisiklet nekadar çok anı hatırlatıyor insana...
14 Nisan 2013 Pazar
road to science
Ömürden bir hafta sonu daha geçti ,kimbilir neler oldu neler..
Ben de bu hafta sonu buraya geldim geleli ilk defa bir bilimsel toplantıya katıldım.Kanal 24 'te bir program vardı '' kafa dengi'' diye .Sırrı Süreyya Önder'i dinlemek için o programı hep seyrederdim.İlk başlarda iki romantik islamcı ile program yapmasını yadırgamıştım ama ,zaten o konuşunca diğerleri bakıyordu .Sırrı Süreyya Önder'i keyifle izliyordum. Program başlarken ,Tarık Tufan her seferinde'' Efendim ,yapacak daha iyi birşeyiniz varsa onu yapın ,yoksa bizi seyredin''diyordu. Bu cümlesini çok severdim .Ben de baktım ki yapacak daha iyi birşeyim yok, mail yoluyla haberdar olduğum ''adneksiyal kitlelere yakşalım'' isimli ,tjod Gaziantep bölge sempozyumuna katılmaya karar verdim .
Böyle toplantılar bir taşta birkaç kuş vurmak amacıyla yapılıyor aslında .Doktorlar konu ile ilgili bilgilerini tazeliyor ,ilaç firmaları kendi reklamını yapıyor,bir de düğün cenaze misali, başka yerde birbirine zaman ayırıp buluşamayacak insanlar ayaküstü kurabiye yiyip havadan sudan konuşuyor.Bugunku toplantıda benzerdi ,benim burada pek tanıdığım olmadığı için bir bardak çay ,birkaç kayısı ve kivi kurusu alarak köşeden etrafı izlemekle yetindim.Toplantıdan öğrendiğim şey ise memlekette ne kadar çok yardımcı doçent olduğuydu.Bu ünvanı dağatıyorlar da benim mi haberim yok acaba diye düşünmedim de değil .Sunumların hepsini yard.doç lar yaptı,sonra geçici görevle çalıştığım yeri düşündüm orada da üç tane var ...Hiç kimsenin bilimselliğini ve emeğini küçümsemek istemem ama bana biraz fazla geldi.
Ben de bir Yard.Doç. kadar olmasa da bilime yakın biri sayılırım,ama benimkisi biraz daha mizahi kalabilir onların yanında .Ortaokulda, Anadolu Liselerinde matematik ve fen derslerini ingilizce işleme furyası vardı bir ara ,maalesef ben de o mağdurlardanım .Güya iyi ingilizce öğreneceğiz...Dün akşam bir arkadaşım mesaj gönerdi ortaolukda gördüğümüz ingilizce fen derslerinden kalan bir komik cümleyi,arada şakalaşırız böyle...Benim de ordan geldi akılma ,çok efsane bir kitabımız vardı ''Road to science '' diye ,o dönemdekiler çok iyi bilirler efsaneyi,
en meşhur cümlesi de'' science is the study of living things and nonliving things''.Efsaneden öğrendiğimiz ingilizce bunula sınırlı kaldı.Bir de matematik derslerinden aklımda kalan bir cümle var ''it is directly proportional with....''bu iki cümleyle ingilizce kendimizi ifade edebiliyoruz, yeter daha ne olsun...
en meşhur cümlesi de'' science is the study of living things and nonliving things''.Efsaneden öğrendiğimiz ingilizce bunula sınırlı kaldı.Bir de matematik derslerinden aklımda kalan bir cümle var ''it is directly proportional with....''bu iki cümleyle ingilizce kendimizi ifade edebiliyoruz, yeter daha ne olsun...
Fen lisesinde okuduğum için bilimselliğim bunlarla sınırlı değil,topaçla yerçekimi ivmesinin ölçülmesi,haspir otundan boya eldesi (gerçek kırmızıyı görmek istiyorsanız ,üzerine haspir otu serpilmiş yoğurtlu patates yemelisiniz),portakal kabuğundan sinek ilacı,fıstık kabuğundan petrol gibi projelerin canlı şahidiyim ,bazılarında ben de bulundum .Aklın sınırlarını daha fazla zorlayanlar var ama onları burada anlatamayacağım .Ayrıca Kimya laboratuarından sodyum çalıp kola şişesi patlatmalar ,magnezyum şerid çalıp maytap yapmalar da cabası ...
Birkaç tane de tıbbi yayın yaparsam belki bana da kadro verirler ,geçmişim sağlam nasıl olsa
ama en önemli cümle ''science is the study of living things and nonliving things....
9 Nisan 2013 Salı
hovardayım
Acayip yağmur yağıyor,damlalar sel oldu ,ekinleri olanlar yağmur gecikti diyorlardı ,geldi işte epey yağacağa benziyor, bulutlar çok öfkeli.Benim ise en azından başımı koyacağım bir odam var ,Besni' ye geldim bugün.
Dün akşam poliklinikte hastalarımı bitirdikten sonra çıkarken telefonum çaldı,o günkü nöbetçi kıdemli abimiz 2 saatlik bir işi olduğunu yerine iki saatliğine bakmamı istedi .Ben de tamam dedim ,gittim doğumhaneyi devraldım bir sıkıntı yok gibi görünüyordu.on dakika sonra doğum salonundan çağırdılar ,yarım saat önce doğuran bir kadının plasentasının ayrılmadığını söylediler.Gidip baktım plasenta harbiden taş gibiydi hiç kımıldamıyordu yerinden ,kadın da heykel gibiydi, donup kalmıştı uzun süre aynı pozisyonda yatmaktan. Emanet hasta ,odayı bir tur tavaf ettim ebelere baktım ,onlar da bana baktı bir şey yapmamı bekliyorlardı ,synpitanlı mayi takın dedim ,'' taktık yarım saattir gidiyor '' dediler .Eldiven giyip dirseklerime kadar çektim ama geri indiler pek önemsemedim ,elle halas yapmak zorunda kaldım. (ellerin rahim içine sokularak plasentanın çıkartılması).Her tarafım kan oldu ,nöbetçi olmadığım için hazırlıksız gelmiştim ,geldim geleli heder ettiğim ikinci pantolon ve ayakkabı oldu. Ardından bir de sezeryan aldım ,nerede bu kendiliğinden olan doğumlar ,kendiliğnden çıkan plasentalar diye haykırasım geldi.Ardından nöbet sahibi geldi devrettim ve saat akşam sekiz gibi çıktım.
Tek hedefim bir duş alıp yatmaktı ,sağlık evine gittim çıktım odaya ,baktım ki yanıma bir kişi vermişler ,o kadar da söylemiştim yanıma mümkünse kimseyi vermeyin diye ,mümkün değilmiş demekki .Tanıştık,hocam marmara üniversitesi ilahiyat fakültesinde doktora yapıyordu ,konferans için gelmişti ,o bana hocam dedi ben de ona hocam dedim,muhabbette daha fazla ileriye gidemedik ,bir de hocam benim terliklerimi giymişti iyice sinir küpü olmuştum.Hocama sinirimi belli etmeden hayırlı akşamlar dileyerek, aldım çantamı sırtıma çıktım Adıyaman sokaklarına.O saatte dolmuş da yok , Besni ye de dönemedim ,iyice göçebe olduk ,öğretmenevine gittim yer yok dediler, yorulmuştum artık ,kahrolası Hasan bir hovardalık yapamaz mı yahu dedim ,bastım parayı Antiochos otele gidip bir oda tuttum ,sinirimi ve yorgunluğumu ancak böyle geçirebilirdim.Otelin sunduğu tüm imkanları kullandım ,önce bir duş aldım ,restauranta indim iki bira çaktım birde kebap yedim ,maç izleyerek kendime geldim .
Bugun de kanlı çamaşırlarımı yıkamak için Besni ye geldim ,yağmur karşıladı beni ,yağmur sesi eşliğinde bir Azeri türküsü dinliyorum ,''şiire gazele'' ne de güzel söyler Ahmet Kaya. Perdesiz gitarına hayran kaldığım Serhan Yasdıman 'dan bu sefer... Her ne kadar 215 kişi izlemişse de videoyu, bence muazzam bir müzikal yorum olmuş...dinlendim.
http://www.youtube.com/watch?v=JDFbjTAl3LE
Dün akşam poliklinikte hastalarımı bitirdikten sonra çıkarken telefonum çaldı,o günkü nöbetçi kıdemli abimiz 2 saatlik bir işi olduğunu yerine iki saatliğine bakmamı istedi .Ben de tamam dedim ,gittim doğumhaneyi devraldım bir sıkıntı yok gibi görünüyordu.on dakika sonra doğum salonundan çağırdılar ,yarım saat önce doğuran bir kadının plasentasının ayrılmadığını söylediler.Gidip baktım plasenta harbiden taş gibiydi hiç kımıldamıyordu yerinden ,kadın da heykel gibiydi, donup kalmıştı uzun süre aynı pozisyonda yatmaktan. Emanet hasta ,odayı bir tur tavaf ettim ebelere baktım ,onlar da bana baktı bir şey yapmamı bekliyorlardı ,synpitanlı mayi takın dedim ,'' taktık yarım saattir gidiyor '' dediler .Eldiven giyip dirseklerime kadar çektim ama geri indiler pek önemsemedim ,elle halas yapmak zorunda kaldım. (ellerin rahim içine sokularak plasentanın çıkartılması).Her tarafım kan oldu ,nöbetçi olmadığım için hazırlıksız gelmiştim ,geldim geleli heder ettiğim ikinci pantolon ve ayakkabı oldu. Ardından bir de sezeryan aldım ,nerede bu kendiliğinden olan doğumlar ,kendiliğnden çıkan plasentalar diye haykırasım geldi.Ardından nöbet sahibi geldi devrettim ve saat akşam sekiz gibi çıktım.
Tek hedefim bir duş alıp yatmaktı ,sağlık evine gittim çıktım odaya ,baktım ki yanıma bir kişi vermişler ,o kadar da söylemiştim yanıma mümkünse kimseyi vermeyin diye ,mümkün değilmiş demekki .Tanıştık,hocam marmara üniversitesi ilahiyat fakültesinde doktora yapıyordu ,konferans için gelmişti ,o bana hocam dedi ben de ona hocam dedim,muhabbette daha fazla ileriye gidemedik ,bir de hocam benim terliklerimi giymişti iyice sinir küpü olmuştum.Hocama sinirimi belli etmeden hayırlı akşamlar dileyerek, aldım çantamı sırtıma çıktım Adıyaman sokaklarına.O saatte dolmuş da yok , Besni ye de dönemedim ,iyice göçebe olduk ,öğretmenevine gittim yer yok dediler, yorulmuştum artık ,kahrolası Hasan bir hovardalık yapamaz mı yahu dedim ,bastım parayı Antiochos otele gidip bir oda tuttum ,sinirimi ve yorgunluğumu ancak böyle geçirebilirdim.Otelin sunduğu tüm imkanları kullandım ,önce bir duş aldım ,restauranta indim iki bira çaktım birde kebap yedim ,maç izleyerek kendime geldim .
Bugun de kanlı çamaşırlarımı yıkamak için Besni ye geldim ,yağmur karşıladı beni ,yağmur sesi eşliğinde bir Azeri türküsü dinliyorum ,''şiire gazele'' ne de güzel söyler Ahmet Kaya. Perdesiz gitarına hayran kaldığım Serhan Yasdıman 'dan bu sefer... Her ne kadar 215 kişi izlemişse de videoyu, bence muazzam bir müzikal yorum olmuş...dinlendim.
http://www.youtube.com/watch?v=JDFbjTAl3LE
7 Nisan 2013 Pazar
ben bir küçük cezveyim
Ben bir küçük cezveyim ,köşe bucak gezmeyim
''-İşte belediyemizin bir hizmeti daha...''
''-Reis bey daha öncekileri neden görmedik?''
Bu diyalog meşhur vizontele filminden ben de izler izler gülerim.Bu hafta yaşadıklarımı daha iyi anlatabilecek cümleler yok sanırım.
Devlet hizmet yükümlüsü olarak geldiğim yaban ellere alışmaya çalışırken ,devletim bana bir hizmet daha yaparak, beni bir aylığına Adıyaman doğumevine geçici görev ile gönderdi.Ama nasıl gönderdi? Geçen ay diğer arkadaşım orada geçici görevdeydi bu ay da belki ben giderim diye bekliyordum ama sordum başhekimliğe var mı göervlendirme yazısı ,yok dediler.Saat 15 30 da çaldı telefonum '' doktor bey 1- 30 nisan arası Adıyaman Doğumevine geçici görev ile görevlendirildiniz bu akşam nöbetçiymişsiniz sizi bekliyorlar .''Neye uğradığımı şaşırdım, apar topar görevlendirme yazımı aldım ,bir don ,bir atlet, bir de mavi cerrahi takımımı alarak bindim Yaman Tur dolmuşuna vardım doğumevine.
Geldim ki ne geleyim ortalık curcuna ,orada bir doktor ben gelene kadar beklemiş, beni karşıladı biraz çalışma sistemini anlattı telefon numarasını verdi ,birşey olursa ara dedi ve gitti...
Hiç bilmediğim bir yerde ,hiç tanımadığım insanlarla ,hiç tanımadığım bir çalışma sisteminde nöbeti devraldım . sekiz tane ilk gebeliği olan gün aşımı '' propess'' li gebe ( doğum sancısını başlatmak için kullanılan bir ilaç) , dört tane doğum eylemi ilerlemiş, doğurmak üzere olan gebe ,üç tane bekleyen sezeryan ve acilden gelen hastalar .Daha önce uzmanlık eğitimi aldığım yerde sekiz asistan bir uzmanın yaptığı iş tek başıma bana kalmış gibi görünüyordu .Bir an için İlyas Salman' ın '' dolap beygiri'' filmindeki gibi başımı iki elimin arasına alıp ,çömelip ağlayasım geldi... sonradan eski günlerim geldi aklıma ,uykusuz nöbet gecelerim , çalıştık sabaha kadar ,gece hiçbirimizin gözüne bir damla uyku girmedi ,çatır çatır doğurttuk derler ya öyle yaptık,ne de olsa işimiz bu ne yapalım kader utansın.
Gelelim Adıyaman 'a ,Besni' den sonra biraz iyi geldi diyebilirim.Bir aylığına sağlık evine yerleştim .İki yıldızlı otel ayarında ,tuvaleti,banyosu ve sıcak suyu var en azından geceliği 15 tl (devlet hızmete gönderiyor ama nerde kalacak bu adam, parasını kim verecek demiyor maalesef, dolap beygiri çok nasıl olsa),idare ediyorum.Burada çarşı var ,mağazalar var ,lokantalar var ,migros da var .Böyle şeyler görmeyeli epey zaman olmuştu.Çocuk gibi sevindim .Çarşısı çok büyük değil ama geziyorum çarşıda ,migrosa gidiyorum iki gündür, ihtiyacım olmasa da alışveriş yapıyorum .Burada nöbet usulu çalışılıyor, icap yok en güzel tarafı o . Ben de bunu fırsat bilerek bir minyatür keyif yaptım ...
Böyle işte ... iki nöbet tuttum burada ,geçen nöbetimde doğuramayacağından adım gibi emin olduğum gibi bir kadına seni sezerayana almamız gerekli dedim ,''ben ameliyat olmak istemiyorum ,ameliyat olursam yarımadam olurum '' dedi ,ortalığı ayağa kaldırdı ,ben kararımdan dönmedim o da dönmedi ,başhekimi aramışlar gece yarısı , o da beni aradı ,ben de tıbbi olarak kararımın gerekçesini açıkladım ,sonunda benim dediğim oldu ameliyata aldım kadını ,ama ağzımla kuş tutsam neye yarar ...
Bir Adıyaman türküsü dinleyip yatayım , yarın poliklinikte yüz hasta beni bekliyor...
düz tara yar düz tara,
yar zülüfün düz tara
doksandokuz yarem var ,
sen açtırdın yüz yara ...
31 Mart 2013 Pazar
örümcek yuvası
Bu hafta Besni uzamış epizyotomi dikme rekorunu kırdım galiba.Bir günde kısa aralıklarla birbirinden berbat, adı bilinmeyen gezegenlere kadar uzanan yandan yundan yırtılmış epizyotomiler diktim.15 senedir burada ebelik yapan ebe hanıma sordum, böyle sık oluyor muydu daha önce de? onbeş yılda ilk defa bu kadar sık olduğunu söyledi.Zira daha önce çalıştığım yer de Türkiye nin en büyük doğum evlerinden biriydi orada da nadir oluyordu günde üç tane .Neredeyse tüm doğum hekimleri nefret eder uzamış epizyotomilerden ,dar alanda çalışması çok zor hele bir de lokal veya vokal anesteziyle çalışıyorsanız vay halinize .Ben burada vay haline olan gruba giriyorum maalesef .Böyle durumlarda ter damlaları seyyah olup boşluklara doğru süzülürken ,çaresizlikten ve sinirden gözyaşlarının da bu yolculuğa katılası geliyor.sonuç olarak ortaya çıkan şey ise vicryl ile örülmüş bir örümcek yuvası....
Bu hafta sonu annemle babam geldi yanıma ,tek kişilik hücremde kalacak yer olmadığı için sabah gelip akşam döndüler.Annem küçük kavanozlara yemek koyup getirmiş ,burada ısıtıp yiyeyim diye...anne yüreği işte otuz da olsan kırk da olsan yemeyip yedirir ,giymeyip giydirir.O akşam kuru fasulye ısıtıp yedim,her nekadar insan yalnız yemek yerken tüm tanelerin ozefagustan geçişini hissetse de bu hissi bir kenara bırakıp fasulyemi yemeye koyuldum.
Yemek yerken telefonum çaldı ,bu sefer ne oldu acaba diye aldım telefonu elime, hastaneden değildi bilmediğim bir numara arıyordu.Fen lisesinde öğrenciyken yurtta aynı odayı paylaştığım çok sevdiğim Adıyaman'lı arkadaşım arıyordu.Çok şaşırdım! ODTÜ elektrik eletronik mühendisliğini bitirdikten sonra Finlandiya'da akademik hayatına devam ediyordu yaklaşık 8-9 yıldır.Birkaç defa mesajlaşmıştık burada olduğumu bildiğinden , tatil için geldiği Adıyaman dan beni aramıştı.Çok sevindim ,ben gidemeyeceğim için Besni'ye davet ettim .pazar görüşmek için sözleştik.
Bugun görüştük , ismini artık söylemeyeyim malum yere götürdüm onu.Birer bira söyledik biraz da meze ve kuzu pirzola ... hava da sıcak çok güzel gitti.Arkadaşım beyin göçü dedikleri şeyin binlerce örneğinden biri ,Adıyaman'dan pek eser kalmamış avrupalı olmuş çıkmış.Eski günlerden ve ardaşlardan bahsettik ,benim merakım fazladır farklı coğrafyadaki yaşantılara hele kuzey ülkeleri çok da kimsenin bilmediği soğuk yerler ... soru bombardımanına tuttum biraz .Çok merak ettiğim ve çok da gereksiz olan sorularımdan biri; bir yerde okumuştum Finlandiya 'da evlerde ayakkabıyla dolaşılmazmış ,eve girerken mutlaka çıkartırlarmış ayakkabıları öyle mi diye sordum. ''Evet ,kesinlikle evde ayakkabıyla dolaşmazlar ,eve girerken mutlaka çıkartırlar,hatta birçok evin önünde ayakkabılık vardır '' dedi.
Nereden nereye kim derdi ki ben Besni'ye mecburi hizmete geleceğim ,oniki yıl sonra zamanında aynı odada kaldığım ,Finlandiya 'da yaşayan arkadaşımla burada buluşacağım .Her yeni gün yeni bir umut.
Şimdi bunları yazarken Burhan Sönmez'in ''Masumlar'' adlı kitabından aklımda kalan Wittgenstein'a ait bir söz geldi aklima.Wittgenstein'in sözünün üstüne söz etmek istemem ama orjinalini aradım bulamadım bu seferlik böyle olsun.''Her gece güneşin yeniden doğacağı umuduyla uyuyoruz ,ya güneş yeniden doğmazsa ...''
Ben de artık uyuyayım geç oldu....
24 Mart 2013 Pazar
çoktan seçmeli
Kırsal obstetrik hekimlik yaşantıma doludizgin devam etmekteyim .Mart ayına yekün çekecek olursak; yirmiyedi gün yediyirmidört kırsal obstetrik hekimlik yaptım,dört günde diğer insanlar ne yapıyorsa ben de onları yaptım .Gerçi mart ayı daha bitmedi ama ben dört günümü çoktan kullandım .Aralıksız icapla geçen iki hafta sonunda çok yoruldum.Gözlerimi kapattığımda aklıma gelen görüntü, gecenin bir vaktinde 2800 gr bebeği doğurmamak için artistik jimnastikçilere taş çıkartan hareketlerle yerçekimine karşı gelen bir kadın...bebek onun rahminden çıktı ama doğuran kişi kesinlikle o değildi ben ve ebelerdi... Böyle birçok çocuğum var saysam bitmez.O günlerdeki uykusuzluğumu şu mısralar teselli etti:
''uykularda seviyorum seni,
uyanıkken sevişmek yasak.
gelgelelim gecelerim uykusuz,
ne olurdu gece gündüz uyusak.''
Yukarıdaki mısralar bugünlerde okudugum Cahit Külebi'ye ait.Aslında birçok kişi Cahit Külebi'nin şiirlerini okumuştur ,dinlemiştir ,biliyordur ama ona ait olduğunu bilmiyordur.
''Kamyonlar kavun taşır /ben hep seni düşünürdüm'' diye başlayan dillere pelesenk şarkıyı kim bilmezki. Onun ''istanbul'' adlı şiirinden bestelenmiştir.Hiç bilmeyen OSYM' nin '' şair yukarıkdaki dizelerde aşağıdakilerden hangisini....'' diye başlayan sorularından bilir.OSYM nin vazgeçemediklerindendir.Bugun iki milyon körpe filizin birbiriyle yarıştığı üniversite sınavı vardı ,bugun de sormuşlar mıdır acaba ?Sormadılarsa bile sınavdan sonra bu gece ''kamyonlar kavun taşır'' onların şarkısı olsun.OSYM olmasa şiir okumayı daha çok severdik belki..
Hayatlarımız Osym 'nin soru kökünde verdiği ipuçlarını kullanarak doğru cevabı aramakla geçti.Tüm ipuçlarını kullanarak doğruyu bulmaya çalıştım, bir baktımki yaşım olmuş otuz hala aynı telaştayım ve en önemli kök, soru kökü diyorum.
Bu hafta sonu otuzbirgünde dört günümün son iki gününü kullanarak Antep'e gittim.Hava hiç bahar gibi değildi ,kar bile yağdı.Bir misafirim geldi İstanbul'dan .Her gelen misafirime yaptığım gibi onu da kolundan tutup Zeugma mozaik müzesine götürdüm.Ben belki on defa gitmişimidir ama hiç sıkılmıyorum bu işten .Yeni müze daha bir güzel olmuş .Milattan önce yapılmış o eserleri görmek ayrı bir zevk,ayrı bir duygu.O muhteşem eserleri görünce kendi kendime insanlık her geçen gün geriye mi gidiyor diye sormadan edemiyorum.M.Ö 300 yılında Büyük İskender tarafından''Selevika Euphrates'' adıyla kurulan Zeugma antik kent baraj suları altında kaldı ,üç tarafı denizlerle çevrili güzel ülkemizdeki diğer antik kentler gibi ...kurtarılabilen eserler de müzede sergileniyor.İşte onlardan biri ,''Çingene Kız'' dan sıkılanlar için bunu çektim.
''uykularda seviyorum seni,
uyanıkken sevişmek yasak.
gelgelelim gecelerim uykusuz,
ne olurdu gece gündüz uyusak.''
Yukarıdaki mısralar bugünlerde okudugum Cahit Külebi'ye ait.Aslında birçok kişi Cahit Külebi'nin şiirlerini okumuştur ,dinlemiştir ,biliyordur ama ona ait olduğunu bilmiyordur.
''Kamyonlar kavun taşır /ben hep seni düşünürdüm'' diye başlayan dillere pelesenk şarkıyı kim bilmezki. Onun ''istanbul'' adlı şiirinden bestelenmiştir.Hiç bilmeyen OSYM' nin '' şair yukarıkdaki dizelerde aşağıdakilerden hangisini....'' diye başlayan sorularından bilir.OSYM nin vazgeçemediklerindendir.Bugun iki milyon körpe filizin birbiriyle yarıştığı üniversite sınavı vardı ,bugun de sormuşlar mıdır acaba ?Sormadılarsa bile sınavdan sonra bu gece ''kamyonlar kavun taşır'' onların şarkısı olsun.OSYM olmasa şiir okumayı daha çok severdik belki..
Hayatlarımız Osym 'nin soru kökünde verdiği ipuçlarını kullanarak doğru cevabı aramakla geçti.Tüm ipuçlarını kullanarak doğruyu bulmaya çalıştım, bir baktımki yaşım olmuş otuz hala aynı telaştayım ve en önemli kök, soru kökü diyorum.
Bu hafta sonu otuzbirgünde dört günümün son iki gününü kullanarak Antep'e gittim.Hava hiç bahar gibi değildi ,kar bile yağdı.Bir misafirim geldi İstanbul'dan .Her gelen misafirime yaptığım gibi onu da kolundan tutup Zeugma mozaik müzesine götürdüm.Ben belki on defa gitmişimidir ama hiç sıkılmıyorum bu işten .Yeni müze daha bir güzel olmuş .Milattan önce yapılmış o eserleri görmek ayrı bir zevk,ayrı bir duygu.O muhteşem eserleri görünce kendi kendime insanlık her geçen gün geriye mi gidiyor diye sormadan edemiyorum.M.Ö 300 yılında Büyük İskender tarafından''Selevika Euphrates'' adıyla kurulan Zeugma antik kent baraj suları altında kaldı ,üç tarafı denizlerle çevrili güzel ülkemizdeki diğer antik kentler gibi ...kurtarılabilen eserler de müzede sergileniyor.İşte onlardan biri ,''Çingene Kız'' dan sıkılanlar için bunu çektim.
Tüm açık denizlerin tanrısı ''Oceanos'' ve tanrıçası ''Tethys'' çok heybetli gerçekten.Bir villanın taban mozaiği olan bu hayranlık uyandıran eseri gördükten sonra dışarıdaki tuğla yığınları çok can sıkıcı değil mi?
Madem onunla başladık gecenin bitişini de meşhur şairle yapalım,
ben yalnızlığı,
gökte uçar gördüm
ben yalnızlığı ,
garip naçar gördüm
ben yalnızlığı,
gelip geçer gördüm....
16 Mart 2013 Cumartesi
tababet
Bir Tıp Bayramı daha geride kaldı .Dünyanın farklı ülkelerinde farklı tarihlerde ,doktorlar günü ya da tıp bayramı adı altında kutlanmakta olan hadise ülkemizde de 14 mart tarihinde kutlanıyor.Tarihi eskilere, 2. Mahmut dönemine dayansa da çok bilinen bir belirli gün veya hafta değil.Biraz arada kalmış ,sağlık haftası diyenler var ,tıp bayramı diyenler var,tıp haftası diyenler var ,tabipler günü diyenler var ...ama çoğunlukla doktorlara mal olmuş gibi görünüyor .Kimileri buna bozuluyor olsa da ne olur ki doktorların da bir günü olsa bu dünyada .üçyüzaltmışbeşgündebirgün ü hak etmiyoruz belki de ondan.Sağlık çalışanlarına şiddetin alıp başını gittiği,tababet ilmini özveriyle yerine getiren birçok hekimin halk gözünde yerin dibine sokulduğu,düşmanmış gibi gösterildiği bir ortamda tıp bayramını bir bayram havasında geçirmek her nekadar güç olsa da herşeyi bir anlığına geride bırakıp mutlu ,umutlu olmak ,ufka bakmak gerekiyor .Büyükşehirlerin birçoğunda tabip odalarının düzenlediği ,balolar ,konserler ,konferanslar oluyor 14 martta benim de katılmışlığım var zamanında bu etkinliklere.Adıyaman tabip odası da bir gece düzenlemişti , maalesef bu sefer katılamadım ama burada da boş durmadık sayılır .
Sabah bugune ozel takım elbise giyerek gittim servise ,serviste çalışan tüm arkadaşlarımla güzel bir kahvaltı yaptık birlikte .Akşam da tabip arkadaşlarla Bistro'daydık.Bistro tıp bayramına özel bir gece düzenlemişti ,mekanda tanımadığım aile hekimi olan başka doktorlar da vardı .Tabii her zaman böyle eğlenme imkanı olmadığı için Besni de herkes gelmişti.
Sabah bugune ozel takım elbise giyerek gittim servise ,serviste çalışan tüm arkadaşlarımla güzel bir kahvaltı yaptık birlikte .Akşam da tabip arkadaşlarla Bistro'daydık.Bistro tıp bayramına özel bir gece düzenlemişti ,mekanda tanımadığım aile hekimi olan başka doktorlar da vardı .Tabii her zaman böyle eğlenme imkanı olmadığı için Besni de herkes gelmişti.
Geceye koyun yoğurdu eşliğinde çalan hafif müzikle başladık .
Büyükten küçüğe doğru dizilmiş bu toprakların üç kardeş müzisyeni eşliğinde gece daha bir güzel oldu.Sanat müziğinden,Adıyaman türkülerine ,romantik dans müziklerinden ,halaylara insanlar mest oldu diyebilirim zengin potpori eşliğinde.Hiç abartmıyorum birçok yerde çalan fasıl müzisyenlerinden çok daha iyiler.
Tam insanlar coşmaya başlamıştı ki telefonum çaldı yine acı acı...
postkoital(bilenler bilmeyenlere anlatsın) kanaması olan bir kadının kanamasının durmadığını söylediler .14 şubat olsa hoş görebilirdim ama 14 martta çok hoş karşılamadım açıkçası bu durumu .Gerçekten epeyce kanaması vardı .Oturdum başına, balolarda vals yapan tüm meslektaşlarım adına ben de pudental arterin kör olası dalıyla vals yaptım ve sonunda uzun uğraşlar sonucu tutup bağladım .Acil kanamaya acil müdahalemi yaptıktan sonra geceden bana kalan hatıra, pantolonumdaki ve ayakkabımdaki bir kaç damla kandı....
Odama döndüm Kazım Koyuncu'dan tulum havalarını dinledim biraz yağmur eşliğinde sonra uyumuşum.
Bugun 16 mart, iki çok sevdiğim arkadaşımın nikahı var istanbul 'da .Gitmeyi çok istedim,gitmem gerekiyordu ama bunu da yapamadım...Bir çicek gönderdim kısmet düğüne diyerek ,ulaşır mı acaba ellerine ?
10 Mart 2013 Pazar
audrey hepburn
Anestezi uzmanı yıllık ızın kullandığı için ben de hafta sonu icap izni alarak Gaziantep'e gittim.(anestezi uzmanı olmadan doğum yaptırmak pek mantıklı değil, acil bir durumda hastayı ameliyata alamıyorsunuz).Eve gidip biraz dinlendikten sonra birşeyler yedim ,buzdolabını açıp karıştırmaya başladım annem ne aradığımı anladı ve balkondaki dolaba bakmamı söyledi .Bir buçuk bira içip televizyon karşısında uyumuşum.Ertesi gün akşam ortaokuldan beri sürekli görüştüğüm bir arkadaşımla görüştüm .Bilmiyorum başkalarının da var mı ama benim böyle iki arkadaşım var sürekli görüştüğüm ve görüştüğümüzde sustuğumuz :) . Hatta geyiğini bile yaparım ,gideyim de ....... 'la biraz susup geleyim diye .Ben pek geveze değilim ,arkadaşlarım da genelde öyle,arada derin es'ler oluyor ama sıkıcı değil eğlenceli es'ler .Hem ne demiş Goethe ''konuşmak yetenekse, susmak sanattır''.Bir atasözü karşılığı da ''söz gümüşse ,sukut altındır''.O gün epey konuştuk , ben lojmanda susmaktan sıkılmışım o da iş hayatından yemek yedik sohbet ettik bolca.
İkisi de dönemlerinin yıldızları,ikisi de oscar adayı ,ikisine de sigara yakışıyor.Mad men zamanları olsa gerek.Sigara kullanmıyorum ,sevmiyorum da ama kimi zamanlar heves uyandırabiliyor .Zaten alışkanlık da böyle başlıyor galiba.Hele bir de Wong Kar Wai'nin '' in the mood for love '' ı var ki biraz meyilliysen o görüntülerle kesin başlarsın.O da başka günün konusu olsun çok daldan dala oldu ....
Yarın zor bir gün olacak kapatayım biraz gözlerimi...
Dönüş yolunda herzamanki gibi ford transitin en arka sol taraftaki cam kenarı koltuğuna geçtim ,kulaklığımı taktım .Bahar kendini göstermiş ,Araban ovası yemyeşil ,ağaç dallarını beyaz ,pembe çicekler basmış, tabiata hayranlık duymamak elde değil ...
Aylık internet kotamı telefondan dizi ve ameliyat videoları izleyerek hemen doldurduğum için görüntü ve ses videolarını açamıyorum ,yolda da radyo çekmiyor, mecburen daha önce telefona indirdiğim iki şarkıyı dinledim yol boyunca .Aklıma bir şekilde gelip zamanında indirdiğim iki şarkı .Birisi İbrahim Tatlıses'ten '' Urfalıyam Dağlıyam'',diğeri de gecenin bir yarısı ders çalışırken radyo eksen den dinleyip bulduğum Lana Del Rey'den '' Blue Jeans''.
Lana Del Rey dinlediğim kısımlarda ,arada bir yazılarını okuduğum prof .dr Süleyman Engin Akhan'ın yazdıklarını okuyordum .(öğrenciliğimden tanıyorum ,istanbul tıp fakültesi'nden hocamız olur kendisi).Bir yazısına özellikle takıldım ,zamanın idol kadınlarından ,benim de çok beğendiğim Audrey Hepburn'un fotografını görünce özellikle okudum.''Seksilik nedir ,ne değildir''.Yazının tamamına burdan ulaşabilirsiniz ,diğer yazıları da herkese açık.
Hazır 8 mart Dünya Kadınlar Günü 'de yeni geçmişken konu cuk diye oturdu.Maalesef cinselliğin tabu olduğu ,kapalı kapılar ardında kulaktan dolma şeylerle öğrenildiği ülkemizde kadınlar da cinsel obje olmaktan kurtulamıyor .Yazıya bakılacak olursa,sürekli televizyonlarda olan ,manşetlerden inmeyen sözüm ona bilinçli kadınların seksilikten anladıklarına bakılırsa, vay diğer kadınların haline .Bu tipleri mizah dergilerindeki karikatürlerdeki gibi bir kamyonun damperine toplayıp ,götürüp şehirin dışına bırakmak lazım galiba.
Süleyman Hoca biraz da mizah yaparak Audrey Hepburn 'u seksi ilan edip ,seksiliği onun sözleriyle tanımlamış .''Seksi olarak nitelendirilenlerden çok daha fazla seksi eylem var. Benim, kadınsılığımı kanıtlamak için, yatak odasına ihtiyacım yok. Ağaçtan elma toplarken veya yağmurda ıslanırken çok daha seksi olabilirim.''
Hocaya katılmamak elde değil galiba ,zarif,güzel bir Hepburn posteri duvarda gerçekten çok hoş duruyor. En çok çoğaltılan portre posterlerden biridir herhalde Ernesto Che Guevera'dan sonra tabiki.
Tesadüftür ki bu yazıyı okurken dinlediğim şarkıda bir başka gençlik idolu James DEAN 'in adı geçiyordu .
İkisi de dönemlerinin yıldızları,ikisi de oscar adayı ,ikisine de sigara yakışıyor.Mad men zamanları olsa gerek.Sigara kullanmıyorum ,sevmiyorum da ama kimi zamanlar heves uyandırabiliyor .Zaten alışkanlık da böyle başlıyor galiba.Hele bir de Wong Kar Wai'nin '' in the mood for love '' ı var ki biraz meyilliysen o görüntülerle kesin başlarsın.O da başka günün konusu olsun çok daldan dala oldu ....
Yarın zor bir gün olacak kapatayım biraz gözlerimi...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)